Postmodernizme yönelik itirazlar

“Postmodernizm”, kavram olarak kullanıldığı yerde tırnak içine alınmayı zorunlu kılacak şekilde anlam farklılıklatrına sahip bir mesele olmanın yanı sıra, başından itibaren pek çok önemli düşünür ve entelektüel tarafindan itirazla karşılanmakta ve ortaya çıktığı biçimiyle, daha doğru bir değişle ideolojik yapısıyla yadsınmaktadır. Bu yadsıma, o ideolojik biçime kaynaklık eden teorik ve politik önermelerin eleştirilmesi şekilinde olabildiği gibi, bir fenomen ya da durum olarak varlığını yadsıyan yaklaşımlar da söz konusudur. Mesele bir adlandırma sorunu gibi ortaya çıkıyor görünmektedir, ancak bu noktada önemli olan adlandırmanın basit bir sorun olmadığını anlamaktır. Yüzeye ilişkin değil esasa ilişkin bir ayrımdır bu.

Örneğin Habermas, Antony Giddens, Touraine gibi düşünür ve yazarlar genel olarak postmodern denilen düşünceye uzak (ve karşı) oldukları gibi, esasa ilişkin olarak da bir dönemin kapanması anlamında modernizmin sona ermesi olarak ifade edilen durumu da  doğru görmemektedirler. Ya da Marksist kuramcı Friedrich Jameson gibi bir yaklaşımla, bir “kopuş” olarak tanımlanmaya çalışılan postmodern zihniyet kabul edilmez bulunur. Buna göre “postmodernizm” modernliğin sonrası ya da ötesi olmak bir yana Jameson’un ifadesiyle Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı‘dır. Benzer şekilde heteredoks Marxist Terry Eagleton’ı da bu çizgiye eklemek gerekir. Postmodernizmi hoşnutsuzlukları bağlamında değerlendirirken, Eagleton,  bazı ayrıştırmalar yapsa da kuramsal ve politik olarak postmodern düşünceye itirazlarını sistematik olarak ifade eder.

Jameson, böyle bir kopuş düşüncesini şüpheyle karşılar ve onun imlediği “son”landırıcı tanımlamaları bir semptom olarak okur:

Birkaç yıldır, geleceğe yönelik felaket ya da kurtuluş kehanetlerinin yerini çeşitli şeylerin sonunun geldiğine dair görüşlerin aldığı tersyüz olmuş bir mileneryanizm göze çarpmakta (ideoloji, sanat, ya da toplumsal sınıfın sonu; Leninizm, sosyal demokrasi veya refah devletinin ‘krizi’, v.b., v.b.): Bir arada ele alındığında, belki de bunların tümü, giderek daha sık kullanılan terimle, postmodernizmi oluşturuyor. Bu olgunun varlığına ilişkin savlar, genel olarak 1950’lerin sonlarında ya da 1960’lı ilk yıllarda başladığı kabul edilen radikal bir kopma veya coupure’un gerçekleştiği hipotezine dayanıyor. Sözcüğün kendisinden de anlaşılacağı gibi, bu kopma büyük çoğunlukla yüz yıllık modern hareketin söndüğü veya ortadan kalktığı (ya da ideolojik veya estetik olarak reddedildiği) görülerine bağlanmakta. Böylece, resimde soyut ekspresyonizm, felsefede varoluşçuluk, romanda son temsil biçimleri, büyük auteurlerin filmleri, veya (Wallace Stevens’ın eserleriyle kurumsallaşmış ve kutsal metin mertebesine yükselmiş olan) modernist şiir ekolü; bütün bunlar, bugün, bunları ortaya çıkararak kendisini tüketmiş, olan bir ileri modernist dürtünün son ve olağandışı olgunluk ürünleri olarak görülüyor. Bunlardan sonra gelenlerin listesi ise ampirik, kaotik ve heterojen bir görünüm çiziyor; Andy Warhol ve popart, ama bir yandan da fotorealizm ve bunun ötesinde ‘yeni ekspresyonizm’; müzikte John Cage ânı, ama aynı zamanda Phil Glass ve Terry Riley gibi bestecilerde görülen ‘popüler’ ve klasik üslupların sentezi ve bir yandan da punk ve newwave rock (ki Beatles’la Stones şimdi bu daha yeni ve hızlı evrilen geleneğin ileri-modernist ara konumundalar); filmde Godard, post-Godard ve deneysel sinemayla video, ayrıca da (aşağıda tekrar ele alacağım) yepyeni bir ticari film türü; bir tarafta Burroughs, Pynchon ve Ishmael Reed, öbür tarafta Fransız yeni romanı ve halefleri ve bunların yanısıra yeni bir ecriture ya da metinsellik estetiğine dayanan sarsıcı yeni edebi eleştiri türleri… Bu liste sınırsız şekilde uzatılabilir; ama acaba bütün bunlar eski ileri-modernist üslupçu yenilik şartının belirlediği periyodik üslup ve moda değişimlerinden daha temel bir değişim veya kopmaya işaret ediyor mu?

Böylesi bir dönemleştirme  ya da kopuş  iddiasi bu itirazlara göre hem olanaksız hem de faydasız bir yaklaşımdır. Böylesi bir kopuş iddiası kuramsal olarak temellendirilemez ve temellendirme girişimi ideolojik olarak sorunludur. Bu eleştirel yaklaşım postmodernizm, postmodern durum ve postmodern düşünce arasında ayrım gözetmemek eğilimindedir. Modernliğin toptancı  bir şekilde yargılanıp hükme bağlanmasına itiraz ederken, postmodernliğin benzer bir toptancılıkla ele alınmasında sakınca görülmemektedir sanki. Bu noktada, postmodernliğin bir durum ve düşünce olarak, kendisini tanimlamaya yönelik girişimlerde muglak ifadelerle karşılanmasının ve müphem bir kuramsal alan üzerinde hareket eder görünmesinin payı olsa gerektir elbette. Oysa bu müphemlik, başka bir açıdan, indirgenebilir ve bütünselleştirilebilir bir zemine ya da yapıya sahip olmayan bu yapının bir anlamda sorunsallaşması olarak ortaya çıkan postmodernliğin muhtevasına uygundur.

Söz konusu itirazlari dile getirenler elbette, postmodern düşüncenin öne sürdüğü pek çok olgunun ve yeni durumların varlığını, ortaya çıkan toplumsal, kültürel ve kuramsal sorunları kabul ediyor, üzerinde düşünüyor ve yorumluyorlar. Fakat temel ayrım, bu yeni fenomenlerin yer aldığı gerçeklik düzleminin modernlik olduğunu veri almak bağlamında ortaya çıkıyor diyebiliriz. Modernite ve onun dayanağı olan aydınlanma bu düşüncelerde cift yönlü anlama sahiptir. Olumlu ve olumsuz yöneleri içeren bir cift-yönlülük. Bir yanda tarihsel anlamını ve gücünü yitirmiş olan burjuva modernlik söz konusudur buna göre, öte yanda hala tamamlanmamış gerçek anlamını tarihsel olarak gerçekleştirememiş bir başka modernlik.

Modernlik, ”tamamlanmamış bir proje‘dir  Habermas’a göre. Giddens açısından ise postmodernizm diye adlandırılan bu yeni durum ”modernliğin radiklalleşmesinin” (Giddens) bir sonucudur. Bu tartışmaların sürdürülmesinin dikkate değer ve önemli olduğu açık olsa gerek, üstelik postmodernizm başlığı altında şaşaalı gösterilerin etkisiz kaldığı, yüzeyselliğe mahkum olduğu ve bir anlamda gündemden düşmeye yüz tuttuğu bir zamana gelinmiş bulunuyor. Bunun hayırlı bir gelişme olduğu açık, böylece tartışmanın daha önemli noktalarda yürütülmesi ve anlamlı bir yöne kavuşması söz konusu olabilecektir. Postmodernizm ilginç bir yayılım göstermiş ve bir anlamda muarızlarını da bünyesine katarak ya da yutarak genelleşmiş gibidir.

Geç kapitalizmin kültürel mantığı olarak “postmodernizm”, modernlik sorgulamasının radikalleşmesi anlamına da gelir bu bağlamda. Bu karşıt konumları göz önünde bulunduran ve hatta bunlara yakın duran Agnes Heller ve Ference Feher postmodernizmin tanımlanışına ilişkin çok önemli bir çerçeve çizmektedirler. Bu çerçevede  “postmodernizm” bir kopuş değil modernitenin bir devamı ya da sürdürücüsü olarak ele alınır.

Onlara göre,

“postmodernite, ne bir tarihsel dönem, ne de iyi tanımlanmış karekteristik özellikleri olan politik ya da kültürel bir eğilimdir. Tersine postmodernite; dış çizgilerini, moderniteyle ve moderniteye havale edilmiş sorunlarla problemi olanların, moderniteyi suçlamak isteyenlerin ve gerek modernitenin başarılarının gerekse çözümsüz açmazlarının bir dökümünü çıkaranların çizdiği, modernitenin daha geniş kapsamlı zaman ve mekanı içerisindeki bir özel kollektif zaman ve mekan olarak anlaşılabilir”.

Buradan anlaşılacağı üzere, postmodernizmi kabul etmeyen ya da oldugu ve tanimlandigi haliyle kabul etmek istemeyen düşünürler, genel bir yaklaşım olarak, postmodernizm olarak beliren yeni durumu modernitenin kendi içindeki özel bir evre ya da dönem olarak değerlendirmektedirler. Bunu formüle edişleri, çıkarsamaları ve postmodernizmi eleştirme yönelimlerindeki hedef ve gerekçeler değişmekle birlikte, genelde böyle bir yaklaşıma sahip oldukları söylenebilir.

2 Yanıt to “Postmodernizme yönelik itirazlar”

  1. ata Says:

    postmodernizmin modernizmin kendi içersindeki bir evre veya modernist sürecin bir uzantısı olara görülmesi mümkün. zira postmodernizmin net biir tanıma tabi tutulamayıp, modernizmin çıkmları ve çözümlenememiş sorunları üzerinden kendini ifade etmesi bunu destekliyor….

  2. ali.deniz Says:

    eskiye ve geleneğe ait ne varsa kırıp döken, modernizmin çok toy ve agresif tavırlarına bir tepki sanırım postmodernizm.Modernizm; vur deyince öldüren bir mantığa sahip ve modern insanın şüpheciliğinin ve sevgisizliğinin bariz sebebi.
    Modernizmin nimetlerinden geri kalmadan,ortadoks kültürden de ayrılmadan -ki meşrutiyet bu kültüre ait kalarak mümkündür-bir ortayol arayışı gibi görünüyor.
    Hafif anarşik bir havası olsa da sanırım sadece ‘gaz alma’ işlevi gören bir güvenlik sübabı…

Yorum bırakın