başlangıç ve son arasında

by

Cornelius Castoriadis -yanlış hatırlamıyorsam Dünyaya, insana ve tabiata dair adlı seçkisinde- çağımızın “bulanık bir genelleşmiş konformizm çağına dönüştü”ğünü söylüyordu. Öncesi ve sonrasıyla 80’ler dünyası. Hesabı görülememiş, dolayısıyla içinden çıkılamamış bir çağ bu hâlâ. Aksine, herkes konformizmden pay aldığı ölçüde, kendi klişeleri ve düşünce kalıplarıyla içine gömülü olduğu için, bugün büsbütün derinleşmiş de olan karanlık bir çağ. Öyle ki, artık açıkça öne sürülebilir, eleştirel düşünce de çoktan krizin kendisine dönüşmüş olan bu konformizmden lanetli bir pay sahibidir. Küresel salgının şimdi göz önüne çıkardığı şey budur öncelikle. Kriz dediğimiz de her alanda, her söylemde beliren, varoluşa dair düşünme konformizminin krizidir. Dolayısıyla, Castoriadis’in polemiğe giriştiği –aklın bunalımı, felsefenin sonu, her şey gider göreliliği vs.- bağlamın da ötesinde, derinliği itibariyle söz konusu kriz bugün acil bir varoluşsal sorundur artık. Düşünce, söz ve eylem üretiminin sınırlarını belirleyen, her söylemi kendi yerinde kendi kendisinin klişesine dönüştüren bir konfordan söz ediyoruz çünkü. Pandemi dolayısıyla bugün yürütülen felsefi ve politik tartışmaların sınırlarında, hem genelleşen hem de derinleşen bu krizin işaretlerine çarpıyoruz aslında. Distopyanın en açık anlamını da burada görebiliriz: Varlığın içine gömülü olduğu konformizm ölçüsünce varoluşsal krizinin sınırlarını kavrayamaması. Bugün, yalnızca geleceğin belirsizliğinden ibaret bir sorundan bahsedemeyiz dolayısıyla. Düşüncenin geçen yüzyılda belirginleşen ve fakat çok daha derin bir geçmişten süregelen krizi de bugünkü sürecin esas muhtevalarından biridir. Yaşadığımız ve toplumsal sonuçlarının ne olacağını tümüyle kestiremediğimiz salgın, tam da bu bağlam içerisinde konformizmin gerçek anlamda ortaya çıktığı bir uğrak olarak kaydedilebilir. İnsanlığın kendisine dair kavrayışının sınırlarına gelinmiş görünüyor; felsefenin ve dahi düşüncenin bugünden, bu çağdan ibaret olmayan ontolojik krizinin sınırlarına. Günümüz filozoflarının salgının başından beri yürüttükleri tartışmalar, sorgulamalar elbette büyük önem arz ediyor. Büsbütün safsatanın, doxa’ların, yerli yabancı organik aydınların ve kanaat teknisyenlerinin eline düşmekten kurtuluyoruz böylece. Ne olduğu ve ne olacağına dair farklı patikalar açılıyor tartışmalarda. Fakat, bu süreç çok daha fazlasıyla bizzat düşüncenin gerçek’le –dolayısıyla kendi gerçekliğiyle- sınanması anlamına geliyor. Kaçınılmaz olarak düşüncenin –herbirimizde işleyen düşünmenin- içine gömülü olduğu konformizmin sınırlarıyla karşılaşmaktan geçen bir yol bu. Kaçınılmaz, ama elbette her zaman olduğu gibi kaçılabilir. Klişelerle yol alamayacağımız, alamadığımız açık oysa. Bilakis, başlangıçla son arasında, düşünme görevini üstlenmek zorunda olduğumuz  bir eşikteyiz. Arundhati Roy’un “bu salgın bir geçittir” dediği anlamda, olumsallıktan mükellef bir geçitte. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının sürekli söylenmesi anlaşılabilir elbette, fakat açık ki rivayetler -eldeki klişelerin meşrebine göre- muhtelif. “Düşünme ödevi”yse, kendisi de sorunun bir parçası -hatta sorunun bizzat kendisi- olarak ortada duruyor. 

___________________________

Castoriadis’in benim gördüğüm kitabı 1993 tarihli Dünyaya, insana ve tabiata dair başlıklı kitabıydı. Ekim 2005 tarihli baskısında adı değişmiş ve Dünyaya, İnsana ve Topluma Dair adıyla yayınlanmış.

Etiketler: , , , ,

6 Yanıt to “başlangıç ve son arasında”

  1. Tolga Ozkurt Says:

    En korkuncu, en tanıdık düşünürlerin işi hemen “bilim insanlarına” atması… Sanki aralarında bir iş bölümü varmış gibi. “Kolay” zamanlarda fantezi yapıyoruz da, “gerçekle” karşılaşınca, işi “bilime” (daha doğrusu bilim adı altında büyük çaplı tekniğe) havale ediyoruzcasına…. Bu ayrımda ciddi bir sorun var. Bu felsefenin kendi hadımını kabul etmesi demek. Aslında akademik felsefenin iflasının kabulü demek. (Aynı şeyi Hasan Mezarcı da yapabiliyor, bu işleri bilim adamına bıraktım diyerek mesihliği bile ne hallere düşürdüler ülkede 🙂 )

    Bu arada yazıdaki “olumsallık” sözcüğünü zorunlu olmayan, zorunsuz olarak manasında kullanıyorsun sanırım. Çok acayip bir çeviri bu sözcük bu. “Akademik” sosyal bilimciler haricinde bildiğim herkes duyduklarında doğal olarak “olumlu”lukla özdeşleştiriyor bu sözcüğü maalesef. Çünkü kanımca, berbat bir çeviri ve özellikle üniversite duvarlarında ağızlara pelesenk olmuş. Ve deneyimlerime göre, akademi dışında anlaşılmıyor çoğunlukla.

    Zorunsuz kullansak çok daha anlaşılır olacak. (Zorunsuz Türkçe değil filan diyenler oldu. Ama en azından derdini anlatıyor mefhumun.)

    • kacakkova Says:

      bilim aşı bulunca felsefe kaldığı yerden devam edecek sanılıyor herhalde. politik söylemler zaten hep hazır ve nazır cepten yemeye. ayrımlar hep sabit kalacak, kavramlar ve onlarla işleyen düşünme biçimleri de kullanıma hazır devam edilecek. virüs bu ve benzer sıralanabilecek rahatlıkları bozdu bence. bir etkisi olur mu sonraya gidişte bilmiyorum ama bu boyutta kökensel bir müdahale yok sanırım düşünce tarihinde. heidegger’in “felsefenin sonu ve düşünme görevi” tartışması bile bu boyuta sahip değil.

      olumsallık kavramını evet zorunsuz anlamında kullandım. kavramın anlaşılmasında bir zorluk olduğunu tahmin ederim ama dediğin boyutta bir karışıklık olduğunu bilmiyordum. mümkün ama zorunlu değiller toplamını ifade edebiliriz kavramla. olasılık’tan farkı da böylece anlaşılabilir belki. bana tersine “zorunsuz” sözcüğü daha tuhaf bir çeviri gibi geliyor nedense. olumlulukla karıştırılması epey bir tuhafmış, şaşırdım buna. bir felsefe hocasının yolu düşerse terime daha iyi bir açıklama getirir belki. kavramın ardına parantez içinde zorunsuz’u ekleyebilirim şimdilik.

      vakit olur mu bilmiyorum, pazartesi normal hayata dönüyoruz. fırsat bulursam devam edeceğim mevzuya.

  2. Tolga Ozkurt Says:

    Felsefe eğer eleştirel bir tutumu kendine saik alıyorsa, bilim’i de kapsayabilecek bir söylem üretme iddiasında olacaktır. Aksi, uzmanlaşmanın daraltıcı zemininde top döndürmek olur… Kant’ın o ünlü kısa denemesinde (“Was ist das Aufklärung?” başlıklı olan) altını çizdiği “aklın kamusal kullanımını” dikkate almak lazım diye düşünüyorum.

    (Olumsal sözcüğüne gıcığım. Kökeni Olum- olan bir sözcük olmasından mütevellit, zorunlu olanı değil de olumlu olanı çağrıştırıyor insana)

    Yazılarını bekliyorum dörtgözle 🙂

  3. elestirelgunluk Says:

    Ne guzel hala yaziyor olman Kacak. Merhaba diyeyim dedim. Tolga sana da merhaba.

    • kacakkova Says:

      merhaba eleştirelgünlük.
      eskisi gibi yazmak zor da, ara ara seslenirim burdan. virüs yaşam makinesine müdahele edince durmak ve yazmak mümkün oldu.
      normale dönünce zor. “yeni normalleşme” diyorlar gerçi, ürkütücü geliyor kulağa, belki daha da zor. düzensiz aralıklarla, imkan buldukça artık.
      çok sevgiler, selamlar.

Yorum bırakın