ontolojik fark

Heidegger terminolojisinde ontolojik fark, varlık (sein) ile varolanların (seiende) birbirinden ayrımını kavramsallaştırır. Kategorik bir ayrımdır bu ve hem Varlık ve Zaman‘ın hem de dilsel dönüş sonrası Heidegger’in bütün felsefi argümanlarının temelidir. Felsefenin sonu olarak formüle ettiği metafiziğin tamamlanması fikri dahil, felsefe tarihinin kökensel sorgulamasının temelinde ontolojik fark ilkesi yatar. Bir anlamda Kant’ın -kendinde şey’i kendisi için şey’den ayırdığı- Kopernik Devrimi’ne  benzer bir felsefi hamle söz konusudur burada. Yöntemsel bir ilke olarak bunun anlamı öncelikle, inceleme nesnesi ile araştırma yönteminin birbirinden ayrıştırılmasıdır.

Varlığın bir varolan olmadığı düşüncesi, ontik ile ontolojik arasındaki ayrımla kayıt altına alınır. Varlık ve Zaman‘ı izleyerek, ontolojinin varlık’ı -varolanların varlığını- incelediğini, buna karşılık ontik’in varolanları -olmakta olanları- konu edindiğini söyleyebiliriz. Fundemental ontoloji, varolanların incelenmesinin yerini varlık sorusunun yani varolanların varlığının neliği sorusunun aldığı başka tür bir ontolojidir. Bunun, Husserl eleştirisiyle geliştirilen fenomenolojik bir ontoloji olduğunu söyleyebiliriz.

Heidegger’in felsefe tarihinin eleştirel okuması bu ayrıma bağlıdır. Felsefe tarihinde ontik felsefelerin ontolojinin yerini işgal ettiği bir anlam kayması söz konusudur buna göre; varolanların düşünülmesi varolanların varlığı sorununu görünmezleştirmiş, varlık sorusu ya da daha doğrusu varlığın anlamı sorusu unutuluşa mahkum edilmiştir. Varlık ve Zaman‘da bu unutuşun tarihi, Platon ve Aristotales’ten olmak üzere ontolojik farkın ihlal edilmesiyle vuku bulur.

Felsefe böylece ve bu yüzden asıl görevini, -Heidegger’e göre- Varlık’ın incelenmesi görevini unutmuştur. Varlık sorgulamasının yerini varolanların incelenmesi almış, varlığın anlamı sorusu unutulmuştur. Heidegger’e göre Platon ile başlayan unutma günümüz bilimsel-teknolojik gelişme çağında açık sonuca ulaşır: Varlığın kendini unutuşu. Sokrates-öncesi düşünürler (Parmanides, Heraklitos ya da Anaximanderos) varlık nedir sorusunu sorarlar. Platon’un idealar kuramı felsefeyi metafizik bir temele oturtur. Heidegger’in temel ontolojisi –fundemental ontoloji– bu nedenle bir felsefe tarihi soruşturması biçimindedir. Derin unutuşu içinde geleneksel felsefenin sökülmesi. Varlığın varolanlardan farkını işaretlemek, bir kerteriz noktasıdır, varlık sorusunun ya da varlığın anlamı sorusunun yolunu açar. Geleneksel felsefenin cevapları değil sorunu ortaya koyuşu yanlıştır, soruyu değiştirmekse düşüncenin yönünü değiştirmektir.

Felsefenin bilimden ayrıldığı yer de böylece felsefenin yeniden okunmasına bağlı bir sökme -destrüksiyon- işlemiyle belirginleşir. Dekonstrüksiyon’un -yapısökümün- bu yeniden okumayla açık olan ilişkisini geçerken not edelim, ayrıca ele alınacak bir konu bu. Felsefe bilim değildir ve bunu söz konusu ontolojik ayrım üzerinden temellendirir Heidegger; felsefe varolanlarla değil varlık nedir ya da daha doğrusu varlığın anlamı nedir sorusuyla anlamını bulur.

Düşünce tarihi, kavramsal ayrımlar koyan düşünürlerin oluşturduğu köşe taşlarınca belirleniyor bir anlamda. Sırf bu ayrımların tartışılması ve izlerinin sürülmesi üzerinden felsefe tarihi yeniden yazılabilir. Her düşünürün öne sürdüğü kategorik ayrımlarda temellenir felsefesi çünkü; öte yandan, felsefe tarihinin ana yolunu ise farklı düşünürlerin farklı kavramlarıyla yol alınmış olsa dahi -Bir, Logos, İdea,  Töz,  Monad, Nesne, Ben, Ruh ve İstenç vs.- Platon’un düşüncesi belirler. Heidegger’in itirazı, felsefenin Platoncu metafizik kuruluşuna yöneliktir.

Heideggerci ontolojik fark kavramının fenomenoloji geleneği içindeki yerini belirlemek önemlidir. Husserl fenomenolojisinin izinden yol almış olsa da Heidegger fenomenolojinin yönünü değiştiren düşünürdür. Fenomenolojiyi bir bilinç felsefesi olmaktan çıkarır Heidegger. Antik Yunan felsefesinin fenomenolojik okumasını bu çerçevede yapar, çift yönlü bir okumadır bu: Aristotales felsefesi ışığında fenomenolojiyi düşünürken, Husserl felsefesi ışığında eski yunan düşüncesi yeniden ele alır.

Husserl fenomenolojisi varlığın kendisini kendisi olarak gösterdiğine inanır ve fenomenolojinin asıl sorununu varlığı çarpıtmadan onun bilince kendini nasıl veriyorsa öyle alımlanması olarak görür. Esas meselesi de buna göre,  bilincin, ona kendisini veren varlıkla ilişkisini nasıl kurduğudur. Heidegger ise varlığın kendisini bize zaten verdiğini, fenomenolojinin esas sorununun varlığı görmenin doğru yolunu, yöntemini bulmak olduğunu reddeder. Heidegger’e göre bizde belirenler varolanlardır, varolanın varlığı, yani varlık olarak varlık belirmez. Varolanın nasıl belirdiğini araştırmak için varolanın varlığını kurucu öğelerine doğru çözümlememiz gerekir. Bir sandalyeyi sandalye yapan şeyin ne olduğunu çözümleme yolyla anlayabiliriz fakat felsefi sorun varlığın kendisini varlık olarak nasıl anladığımızdır. Heidegger’in ontolojik fark kavramıyla felsefe tarihini yapı söküme uğratması bu temelde gerçekleşir. Husserl’den hareketle Heidegger şeylerin özünü arama yönelimini varolanların varlığını anlama sorunu olarak ortaya koyar. Varlık, bütün varolanların varlığı sorunudur. 

Heidegger’in ontolojik ayrımı, dil-dünya-özne ilişkisinde sorunun yeniden belirlenmesini sağlar. Ayrımın epistemolojik değil ontolojik olduğunu söylerken, farkın niteliğini de değiştirir. Bilinebilir olan ile bilinemez arasındaki bir farktan değil, varlığı varolanlardan ayrıştıran bir bilme yöneliminden hareket ediliyordur. Bilginin nesnesiyle ilişkisinin de yönünü değiştiren bir kavrayış farkından söz ediyoruz: Nesne düzleminde ‘ontik’ olan ‘ontolojik’ olandan farklı olarak anlaşılır: Varolanlar ilkinin, ontik bilimlerin bilme konusudur, varlık ise ontolojinin. Heideggerci anlamda söyleyecek olursak, temel ontolojinin.

Böylece, varlığın anlamı sorusunu felsefe alanında yeniden kurmak ve felsefeyi metafizik ya da teolojik gelenekten kurtarmak mümkün olabilir. Varolanlara dair bilgimizle varlığın anlamına dair sorunun yanıtını düşünemeyiz çünkü, dahası soruyu dahi soramayız.

Yorum bırakın