ontolojik ayrıcalık

by

Enver Gülşen’in  „Müslümanlar, Escinsellik ve Demokrasi“  başlıklı yazısı, eşcinselik üzerinden “müslüman demokratlar”in  samimiyet sınavına tabi tutulmasına bir tepkiyi dile getiriyor.  Samimiyet noktasından bakılınca, demokratlık konusunda kimse şerbetlenmiş olmadığından böyle bir sınava tepki duymak anlaşılır. Öte yandan tepki dolayımında öne sürülen beyanlar cok daha fazla üzerinde durulmayı gerektiriyor. Meselenin cafcaflı ve açık ya da örtük düzinelerce alt başlık üzerinde konuşulmaya acık bir niteliği olduğu su götürmez.

Faruk Ahmet’e sessizliğini bozduran bir mesele olması bile takdire değer konunun, ki yazısının “insan’ın gerektirdiği fikri ihtimam“a işaret eden yanıyla okunması önemli bu tartışmanın niteliği, uslubu açısından. Eşcinsellik, açık ki bütün halinde, Yıldırım Türker’in dediği gibi “müslüman’a en büyük imtihan“lardan biridir, fakat kimse rahatlamasın bununla sorular sadece müslümalara sorulmuş değil. Müslümanlarsa tek bir cuvala doldurulup hükme bağlanacak bir kesim değil. Dolayısıyla metne, bağlayıcı kitaba yönelmek bir önem taşıyor. Doğu’da  ve Batı’da kendi içlerinde varolan düşünce farklarını indirgeyici bir şekilde almaksızın bu türden meselelerin çeşitli boyutlarıyla karşılaşmak gerek.Dilimize dikkat etmemizi gerektiren ve belki de bir noktada durup dile bakmamız şart koşan şey en başta budur.

Cinsiyet bu yanıyla politik olduğu kadar teorik alanında skandal konusudur. Sapkınlığın normalleştirilip yaygınlaştırıldığını ve bunun da batıdaki genel bir ahlaki çöküntünün tezahürü olduğunu merkez alan Gülşen,  sonuçta çocuk istismarcılığına cevaz vermemizi getirme tehlikesi olduğunu söylediği bu durumuma karşı, müslümanın sapkınlığıa sapkınlık demesinin demokratik bir gereklilik olduğunu öne sürüyor yazısında.  Eşcinselliği ve onun “normaleştirilmesini” bir sapkınlık olarak liberal sistemin yaydığı bir sorun halinde işaretleyip “gerçek demokrat müslümanlar”ın fıtrata sahip çıkan tavrına bir açıklama getirmeye çalışıyor böylece.

Bu açıklamalar üzerinden, takıldığım “ontolojik ayrıcalık” konusuna değinerek konuya ilişmek istiyorum biraz.

Normalliğin kendisini tartışmayan, sapkınlığınn nasıl belirlendigine dair kaygı gütmeyen ve  kullandığı dile dair her türden kuşkuyu devre dışı bırakan bir dizi argümanla, islami algılayışın bir kesimi açısından (demokrat ya da değil fareketmez) temsil edici diyebilecegimiz bir tavri dillendiriyor Gülsen’in yazısı. Müslümanın “eşcinselliğe hastalık/sapkınlık/günah” diyen tavrına demokratik bir hak olarak bakılması gerektiğini söylüyor. Bu yanıyla tartışma başka bir bağlama ait. Ben önermelerin ve bakışın kendisine bakmayı, bahsi geçen hastalık, sapkınlık, normallik, günah gibi terimlerin kendisine yönelmeyi ve oradan tartışmayı sürdürmeyi önemli buluyorum. “Müslümanlar, eşcinsellik, demokrasi” tartışmasını dolayısıyla ilgili yazılardan takıp etmekte fayda var, ben özetleyerek tartışmanın taraflarına (ve yazılarının kapsamına)bir haksızlık yaratmayayım. Gülşen’in yazısı üzerinden takıldığım ve tartıştığımız “kuran’ın ontolojik ayrıcalığı” noktasına değineyim yalnızca. Cünkü bu nokta, cinsiyet sorunu dolayımında çok daha genel ve sistematik başka bir soruna bağlanıyor, islamın “anlam dünyası”na dair teolojik niteliği de olan bir tartışmayı bahse açıyor kanımca.

Aslında Fethi Benislama’nın “İslamın Psikanalizi” kitabı dolayısıyla “kuran’ın ontolojik ayrıcalığı” dediğim şeyi bahse açmak istiyordum, ancak konuyu toparlayamadım. Eşcinsellik tartışmasında bunu hatırlamama sebep olan şeyse islami düşüncedeki fıtrat konusu oldu. Cünkü fıtrat, nihai olarak ontolojik ayrıcalığı olan bir metin tarafıdan belirleniyor ve bu noktada doğal olan ile olmayanı, normal ile sapkını, hastalık ile sağllılıklıyı belirleyen söylemin sorgulanması doğal bir zorunlulukla biz fanilere yasaklanmış oluyor. İslami düşüncede “köken sıkıntı”sı ve  “otantiklik arzu”sunun yanı sıra, “kuran’ın ontolojik ayrıcalığı”nın da önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum bu bakımdan.

Akla hemen Derrida’nın “mevcudiyet metafiği” diyerek didiklediği düşünce sistematiğinin yapısı geliyor. Bir metnin ontolojik ayrıcalığa sahip olmasının anlamı nedir? Bu nasıl temellenir ya da temellendirilir? Eğer okumak yorumlamaksa ve yorumlamadan önce metnin sabit bir anlamı yoksa, böyle ayrıcalıklı bir metin nihai sonuçları noktasında nasıl okunabilir? Tartışma ya da sorgulama nasıl yürütülebilir? İnsanın doğasını ve normalliğin neliğini konuşmaya başladığımızda örneğin böyle bir metin nasıl sökülebilir? Sökülemiyorsa “okuma”nın adaleti nasıl sağlanacaktır? Bir adım geri çekilip “demokrasi” ve “demokratik toplum” neyi gerektiririn ötesinde, berisinde ya da arkasında normalligi ve sapkınlığı, doğal olan ile olmayanı, hastalık ve sağlıklılığı nasıl belirledigimizi, bunlara dair önermelerimizin nasıl şekillendiğini ve doğallık söyleminin nasıl kuşkudan azade kılındığını düşünmek gerekliyse, kuran’ın ontolojik ayrıcalığına bağlı olan fıtrat’ı nasıl tartışmaya dahil edebileceğizdir?

Türker, eşcinselliğin, ideolojilerin turnusol kağıdı olduğunu belirtiyor. Daha genel anlamda ise cinselik ve “cinsiyet belası”,Butler’in işaret ettiği teorik-politik yönleriyle, islam dahil “anlam haritaları” nezdinde orta yerde duran bir skandal durumundadır. Ontolojik ayrıcalıklı bir metnin  argümaları bu türden meselelerde nasıl ele alınabilecektir? “Normal olan”ı ve dolayısıyla “olması gereken”i bir kesinlikle zaten belirlemiş olan bir yaklaşımla nasıl adil olarak tartışalabilir? Ben, sahsen nacizane olarak ontolojik ayrıcalığın, bir tür “meta anlatı” seçkinciliğinin her tür düşünceye teorik olarak yasaklanması gerektiğini düşünüyorum. Büsbütün tamamlanmış bir tartışma değil kafamda, ancak “metnin dışarısı yok”sa, içeride herhangi bir metne verilen böyle bir ayrıcalık  bir sorun olarak duruyor karşımızda.

21 Yanıt to “ontolojik ayrıcalık”

  1. eg Says:

    sevgili kacakkova,
    “ontolojik ayrıcalık” meselesini islam’ın psikanalizi kitabındaki haliyle kullandığını farkındayım. o kitabın sorunlarının da… ancak yorumlarımda da söyledim; son yazımda da (biraz öfkeyle yıldırım türker’e karşı yazılmış olsa da) biraz anlatmaya çalıştım. hatta islam\tasavvuf konularında özellikle ibn arabi, molla sadra, nietzsche, derrida, husserl, heidegger eksenli tartışmalarda da belirttim. ontolojik ayrıcalık verilen şeyin illa mota mot “net bilgiyi” çağrıştırması gerekmez. ama bir eksen verir o ayrıcalık, o ayrıcalığı kabul edene… mesela özellikle islam ve demokrasiyle ilgili daha teorik yazılarımda kant’ın “kendinde şey”in bilinememesi durumuna yaklaşıp hem onun tezini eleştirmek; hem de o “bilinememe” durumunun vahyin yorumu üzerine nasıl bir açılım yapabileceği üzerine bir fikir cimnastiği yapmıştım ibn arabi ve heidegger’den hareketle. islam, demokrasi ilişkisinde çok önemli bir eksen çiziyor bu bence. ancak bir başka sorun var ki, bu da derrida’nın “aşırı yorumu”nun insanı getirebileceği noktadır. ben bu aşırı yorum noktasının bugün liberalizmin temel ayrıcalığı olan “ahlakî röletivite üzerinden liberal ahlakçılık” olduğunu düşünüyorum. bu şu demek: ontolojik ayrıcalık denen kavramı tümüyle reddetmek ile o ayrıcalığı bir “oluş” içinde düşünmek aynı şeyler değildir. senin kasettiğin şey birincisi ve bu insanı ister istemez nihilizme götürür. üstelik nietzsche’de olduğu gibi nihilizmden kaçarken nihilizme götürür ve sonu çldırmakta biter! ikincisi ise, her insanın ontolojik olarak ayrıcalık tanıdğı birşeylerin olabileceği önkabulüyle başlar ve bu değişik “ontolojik ayrıcalıklar” arasında demokratik bir ikna mekanizması, diyalog ortamı ve siyaset mekanizması nasıl sağlanır üzerinde düşünür. bu ikincisi de benim düşüncemdir. ontolojik ayrıcalıklı metin olan kur’an, bana bütün sırlarını peşinen teslim etmiş bir kitap değil; benim için her an yeniden, yeniden yorumlanan, derinleşilen (ey iman edenler, iman ediniz ayeti düsturunca) bir metindir. demokratlık liberallerin yaptığı gibi -kendi ontolojik ayrıcalıkları harici (şaşırmamalı liberalizmin ontolojik ayrıcalığı da ontolojik ayrıcalık denen şeyin olmadığı tezidir ve tezin yarattığı ahlakçılıktır. bu da laiklik denen ucubede vücut bulur) ontolojik ayrıcalık tanımamak değil; ontolojik ayrıcalıklar arasında bir diyalog ortamı sağlayabilecek ortamın kabul ve inşasıdır. o yüzden liberallerin (ve onların ters yüz edilmiş halleri olan pozitivist solcuların) demokrasiyle uzak yakın ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. zira bu demokrasi anlayışı sadece liberallerin demokrasisidir. son yazılarımdan (ya da yorumlarımdan ) birisinde söylemiştim. ben hayatımı anlamlandırma anlamında müslüman; siyaset tekniği ve inşası düşüncesi anlamında da demokratım.

    son tahlilde; herhangi bir metne verilen ayrıcalık, o metne ayrıcalık verenin ayrıcalığıdır ve hiçbir müslüman için bu ayrıcalık “bitirilmiş” birşey değildir. daha çok oluş halinde bir tutumu belirler. eğer hiçbir metin ayrıcalıklı değil diyorsanız, o da sizin metnininizin ayrıcalığının genele yaygınlaştırılması çabasından başka birşey değildir; ve o da zaten liberalizmin ana ekseniyle paralelllik arzeder…

    not: genelde derindüşünce harici başka bloglarda yazıların altına yorum yazmıyorum, ama sizin fikirleriniz ve tartışma niyetiniz benim için değerli. bu yüzden bu yorumu yazmış bulundum. zira “Normalliğin kendisini tartışmayan, sapkınlığınn nasıl belirlendigine dair kaygı gütmeyen ve kullandığı dile dair her türden kuşkuyu devre dışı bırakan bir dizi argümanla, islami algılayışın bir kesimi açısından (demokrat ya da değil fareketmez) temsil edici diyebilecegimiz bir tavri dillendiriyor Gülsen’in yazısı.” cümleleri benim yazdıklarımı anlamaktan oldukça uzakta duruyor…selamlar…

  2. oyunkuran Says:

    Selamlar,

    Ontolojik ayrıcalık bence de konunun can damarında yatan bir mevzu. Şöyle bir deneyim var açıkça ifade edilemeyen, ama Hilal Kaplan’ın ifade etmeye çalıştığı, ama bence beceremediği : Müslümanlar Kuran’ın ontolojik üstünlüğüne inanıyorlar. Bu yüzden Müslümanlara çıkıp “Kuran’ı değil, insan hakları beyannamesini esas alacaksınız” denmesinin bir anlamı, müslümanlar için, yok. Daha doğrusu var ve bu da başka bir seçkincilik.

    Belki dediğini yanlış anlıyorum ama, aynı şekilde, Derrida’nın yapısökümünü uygulayabilmek için, hiçbir metnin ontolojik üstünlüğü yoktur’u doğrudan müslümanlara, yukarıdan ya da bir yasakla, empoze etmenin de bir anlamı yok bence. Yapılması gereken sanki daha çok, Derrida’nın metinlerini müslümanların hizmetine sunmak ve onlara İslam’ın üstüne kapaklanmış iktidar yapılarını ve bu yapıların metinlerdeki karşılıklarını sökme şansı vermek gibi geliyor.

    Yıldırım Türker’in müslümanlara sorduğu hesapla, Hilal Kaplan’ın şikayet ettiği hesap tarzı arasında bir fark var. Yıldırım Türker, yazısının sonunda, Hilal Kaplan’ın eşcinselliğin günah olduğuna dair kabulunu, içeriden sorguluyor. Kuran’ın eşcinselliği yasakladığına dair kanıt olarak gösterilen Lut hikayesinin aslında tecavüzle ilgili olduğunun da söylendiğini söylüyor. Böylece, Hilal Kaplan’a neden müslüman olduğunu değil, neden bunun belli bir yorumunu kabul ettiğini sormuş oluyor. Bu soru sayesinde, Derrida’nın yapısökümüne kapı açılmış oluyor: Neden müslümanlar hep eşcinselliğin günah olduğuna inanagelmişler? Günah ve eşcinsellik kelimeleri arasındaki ilişkinin İslam toplumlarındaki soykütüğü nedir? Acaba eşcinselliğin günah olarak algılanması, İslam’ın tek başına sonucu değil de, İslam toplumlarındaki yaygın ata-erkilliğin de bir sonucu mudur?

    Dediğin gibi, konu oldukça derin, katmanlı ve ilginç. Bu konu üzerinden düşünelecek çok şey var. Biri de entellektüel’in işlevi bence. Mesela şu soru önemli: Kendine Kuran’ı temel almayan bir entellektüelin, kendine Kuran’ı temel alan insanlarla olan ilişkisi nasıl olmalıdır?

    sevgilerle

  3. Faruk Ahmet Says:

    “Hoşbulduk”u buradan diyeyim. Küçük bir düzeltme bir de: “insan’ın gerektirdiği fikrî imtihan” demedim ben, ihtimam dedim; ama senin versiyonun da ilginç aslında 🙂

    Kavgayı çözümlemek için hangisi olursa olsun her tür metnin (veya herhalde, her tür narratifin?) böylesi bir ontolojik ayrıcalıkdan alıkonması gerektiğini düşünmeni anlıyorum da, taraflara bunu nasıl kabul ettireceğine dair bir fikrin var mı? Binlerce taraftan bir tanesi bile bunu bozduğu anda sistem kilitlenecektir. Bir “ontolojik ayrıcalık yasağı” şemsiyesi altında birarada tutmak mıdır dediğin, ben eksik mi algılıyorum? O zaman da şu var çünkü, İslamcılar bunu çok sık yapıyor biliyorsun, Foucault’yu filan alıntılayıp* özellikle, bu “şemsiye”nin de, yasakladığı meta-anlatılar gibi, hatta onlardan da heyulâ bir meta-anlatı olduğuna işaret ediyorlar. Sistem bu eleştiriyle yıkıldığı anda da kendi meta-anlatılarına geri dönüyorlar; çünkü zaten asıl dertleri “bu şemsiye de işe yaramaz, başka bir şekilde çözelim” demek değil, bağcıyı dövüp köylerine geri dönmek oluyor daha başından. Vallahi bir şeyler yazdım şimdi ama, anlaşıldı inşallah. 9 saatlik bir sınav maratonundan çıktım, kafam kazan gibi.

    *Y. Türker malum yazısında genel olarak İslamcıların, özelde de Hilal hanımın Fuko alıntılaması yapmasını, bence garipsediğini, yahut küçümsediğini gösterir bir şekilde zikretmiş. Bu tavırdan da hiç hoşlanmıyorum doğrusu (Y. Türker’in ilk ad hominem iğnelemesi de değil bu, yapıyor arada). Alıntıladıkları adamı yeterince anlamadıklarını, yahut çarpıttıklarını filan düşünüyorsan, onun üzerinden iki laf et, değil mi? “Bak sen, dindarlar da Fuko okurmuş” edasıyla bıyık altından gülümsemek çok ayıp.

  4. Faruk Ahmet Says:

    Ha bir de, şunu hatırlıyorsun değil mi Kaçak abi: http://friendfeed.com/kacakkova/4c4bf260/hilal-kaplan-herkese-musluman ?

    Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir, derler ya. Belliydi başıma bir iş açacakları 🙂 Ne güzel oturuyordum evimde, tekrar blog yazmak çok garip hissettirdi.

  5. azade Says:

    marhabalar sevgili kaçak,

    “Kur’an’ın ontolojik” ayrıcalığı meselesinin senin dert edindiğini sandığım ucuna ben de birazcık dokunayım. Esasında, felsefe tarihindeki “teolojik hermenötik” tartışmalarının çıkış noktasıdır bu Ancak buradakinden farklı saiklerle. Hangi kutsal kitaptan bahsediyorsak bahsedelim, (Tevrat için Philon, İncil için Augustinus, Kur’an için Gazali ve İbn Arabi) yaklaşımlar bir noktada birbirine benzer. Tartışmalar, temelde, metnin ikili boyutu üzerinde temellendirilir ki kısaca buna zahir ve batın ayrımı denir. Zahiri anlam, gündelik dile ve düz anlama, batıni anlam, en kaba tabiriyle figüratif dile işaret eder. Ancak bu batıni anlamın sadece dil düzleminde mi –mecaz ve matafor- yoksa sembolik bir düzlemde mi gerçekleşeceğine ilişkin tartışmalar bence asıl can alıcı noktayı oluşturur. Zira dil düzlemindeki bir çözümleme, en nihayetinde anlamların “uzlaşımsal” dolayısıyla da o dilin ve kültürel dünyanın sınırlarında kalacağı imasını taşır. Sembolik dilde ise, symballein kelimesinin kökeninde de var olduğu üzere, “madalyonun kayıp yarısı” yani metnin/ifadenin kutsal –yahut ontolojik ayrıcalıklı kısmı- her zaman örtük kalacaktır. Hatta bu, Tillich’in “Tanrı Tanrı’nın üzerindedir” ifadesinde olduğu gibi, sadece “nihai ilgi” dir. Tamamlanamaz ve yorumlarla tüketilemez. Her yorum, anlamı bir taraftan açarken bir taraftan da örter, ancak örtü de onun gerçekliğinden pay alır.
    Meselenin Kur’an’a özgü tarafına baktığımızda, onu mesela İncil’den ayıran şeyin, öncelikle “yorum” un belirlenmesinde “otorite” olacak bir şahsın ya da kurumun –kilise gibi- olmaması ve Kur’an’ın hem anlam hem de lafız olarak bir bütün olarak vahyedilmesi ve korunması olduğu görülür. Ancak İslam düşüncesi içindeki tefsir ve te’vil teorilerinin çeşitliliğine baktığımızda, tam da senin değindiğin “okumanın adaleti” konusunun daha ilk dönemlerde Mu’tezile yoluyla tartışmaya açıldığını görürüz : Tanrı’nın âdil olmasının, Metnin de “anlaşılır” olmasını gerekli kıldığı düşüncesinden hareket ederler. esasında tam da bu tartışmalar, bizzat, İslam düşüncesi (İslam felsefesi, Kelam ve tasavvuf hatta şiir) dediğimiz olgunun kendisini oluşturur. Ancak maalesef günümüz türkiyesinin entelektüelleri bu mirasla bir türlü ilişki kurmayı bilmediklerinden tartışmaların temellendirilmesi bir yana hakikaten ilkel bir manzara çıkıyor karşımıza. Oysa, İslamın doğuşundan sadece iki yüz yıl sonra, -grek felsefesinden yapılan tercümeler bile henüz yeni başlamışken- Kur’an’ın nasıl yorumlanacağına dair yapılmış, “dil felsefesi” çalışmaları dahi neredeyse yüze yakın cilt oluşturacak ebattadır.
    Konuya geri dönersek, Kur’an’ın bütünlüğüne ve korunmuşluğuna yönelik bir temellendirmenin Edward Said’in Beginnings’inde farklı bir bağlamda teorikleştirdiği türden bir “dünya-metin” okumasıyla karşılanması açıcı olabilir. Nitekim mesela Gazali veya İbn Arabi’de olduğu gibi “Metnin dünyanın kendisi olması” hermenötik imalar taşır ve bunun açılımları en kolay mesela Gazzali’nin İhya’sındaki “Kur’an okumanın adabı” bölümünden izlenebilir. Metin, ses “kabuk” düzeyinden, yazılı metin düzeyine, oradan, bizzat okuyucuya vahyedilme düzeyine kadar yükselir. Bu, onun yorumlarının da tüketilemeyeceğini hatta yeniden ve yeniden “yazılacağını” söylemektir. “ontolojik ayrıcalık” ancak bu düzeyde onunla birebir ilişki kuranlar, okuyan/dinleyenler içindir. Bu ayrıcalık, onların kendi “dünya”larını kurmaları ile ilgilidir, sosyolojik yahut hukuki bir bağlayıcılığı yoktur. Sizin de bahsettiğiniz yahut benzeri tartışmalarda, Kutsal metnin ontolojik ayrıcalığının hukuki bir şey olduğu gibi yanlış bir kanı var. Oysa yine Gazzali’nin belirttiği gibi, fıkıh (hukuk) sadece “yolcu”nun konaklama yerlerine ilişkin düzenlemeleri, hancılık görevini, kelam (teoloji) ise yine yolcunun yolda bazı hastalıklara yakalanmasını engelleyen ilaç (tiryak-ı ekber) görevini görür. Onların “ayrıcalığı” bu kadardır.
    Çok çalakalem bir açıklama oldu bu. Ama devam etmek isterseniz, istediğiniz noktalara da açıklık getirmeye çalışırım.

    Eşcinsellik meselesine gelince, bu konuda hiç düşünmedim. Ancak yine bu tartışmada dile getirildiği gibi “yeni” bir mesele olmadığını söyleyebilirim sadece. İlk dönemlerden itibaren, hem arap hem fars hem de Osmanlı divan edebiyatın kolaylıkla izleri sürülebilecek bir konudur bu. Hatta bizim “romans” ımız niteliğindeki Ebu Ali Sina Hikayelerinde bile sık sık karşılaşılan bir olgudur. Bu konuda benim aşina olduğum açıklamalar, günümüzdekilerden çok farklı elbette. Ama dediğim gibi, bu, bir bahs-i diğer.

  6. kacakkova Says:

    sevgili enver,
    öncelikle sagolasin geldigin ve biraktigin yorum dolayisiyla. tartisageldigimiz meseleler ve itirazlarimin ötesinde bir takdirle okuyorum yazdiklarini, gelmisken söyleyeyim bunu.
    yorumun gayet kapsamli, aciklayici ve benim kendi anlama bicimime bagli olarak sundugum yazini okuma bicimini de düzelten bir yorum olmus. sevindim buna.
    sondaki notunun hakli oldugu bir yan var, özellikle “temsil” edicilik acisindan biraz anlam fazlaligi cikiyor benim cümlemden. bir carpitma ya da konumlandirma niyeti gütmeksizin, yazini da baglamindan cikararak, “normallik-sapkinlik” noktasinda belirli ve genel bir tavrin en aciklayici hali oldugunu düsündügümden ifade etmek istedim bunu.yoksa bu konuda cesitli ayrimlar koyarak kendini ifadenleri bir sepete koymak düsüncesinde degildim.
    bir kusku ve sorgulamanin dista birakildigini söylememse, belkide tartismanin odagiyla ilgili olarak kacinilmaz bir durum, ama acikcasi okudugum bu konuya iliskin yazilarda, konuyu müslüman demokratlar cercevesinde sinirlarsam böyle bir yan görüyorum ve bunun zorunlu bir takim kosullari oldugunu düsünüyorum.
    cünkü bu tartismalarda alti cizilen sey “sapkinlik” ve dolayisiyla “normallik”le ilgili olan sey tartismanin disinda.oysa örnegin “escinsellik normallestiriliyor” denildiginde, “normal olan”la iligili bir tartisma dogrudan gündeme girmis durumdadir. oraya dönmek tartismanin odagi acisindan cok dagitmak olsa bile ben dilde bir aralik, o noktaya iliskin bir isaret konulmasinin geregine inaniyorum.
    normallik denilen sey bir normdur sonucta, normatif olarak belirlenir, ki sapkinligi üzerinden konustugumuz sey budur. cinsel pratikleri ve cinsiyet yönelimlerimi dogrudan ahlaki normlara ve onun üzerinde yükseldigi “toplumsal cinsiyet” kaliplarina vurdugumuzda, sadece zaten belirlenmis olan normatif sonuclara gideriz. bu olabilir, böyle bakilabilir, müslüman kisi kendi normu icinden bakmak ve tavir almak konusunda bir yasakla, engelle karsilasmamalidir. ama tartisma burada kalamaz, cünkü cinsellik ve toplumsal cinsiyet arasindaki iliski baglaminda olacak olan tartisma burada bogulmus olur sadece.
    bir “hakikat rejimi” icinden bakiyor olabiliriz, ama “toplumsal cinsiyet” gibi bir tartisma ayni zamanda o hakikat rejiminin icine de bakmayi getiriyor.
    tartisma icinde andigim judith butler’in kitabinin yöneldigi sey bu.
    normallik belirli bir söylemsellik icinde insa ediliyorsa, ve belirli bir ahlak bu insaa üzerine bina ediliyorsa, farklilasan cinsel pratikler üzerinden nasil bir tartisma yürütülebilir.
    tartismamiz acisindan bunun önemi, belirli bir tarihsellikte ve bellirli mesellerde, sorgulamanin yönünün bizzat bu “kurucu söylem”in kendisine yönelecek olmasidir.oraya bir kusku ve sorgulama halini sokmasidir. müslümani müslümanligindan etmek icin degil, kendi algilamasi icnden bu meselenin cesitli boyutlariyla karsilasmasi gerekliligi icin.
    gerekiyor mu? dersen, ben gerektigine inaniyorum. bu tartismalarin asil teorik-politik zemini orasidir kanimca.
    yoksa sana kisisel olarak kendini her tür kuskudan azade kilmis, her tür cevabi bulmus ya da bulduguna ikna olmus, metni okumayi bitirmis biri olarak bakmiyorum. bu ya da baska meselelerde kuskuyu askiya aliyorsundur fakat. zaten bununla, nasil desem tartismanin öteki yönlerini kendin icin dikkate alan bir dilsel farkindalik olarak kullanmandi kastetigim sey, yoksa kuskucu bir metin yazman degil. normallik ve sapkinlik dediginde ne dedigini biliyor olabilirsin, hepimiz biliriz bunu kendimizde, ama orada bir sorun oldugunun altini cizen vurgu, bir kafa karisikligi degildir, dilsel bir farkindalikla konulan bir isaret noktasidir.
    bu izahatla birlikte, yine de yazina ve düsüncelerine iliskin yanlis bir intiba uyandirdiysam affola demek isterim.
    islamin psikanalizi cesitli yönleriyle sorunlara sahip, haklisin.oraya hic girmeyeyim. ama nasil olursa olsun “islamin sinavinda psikanaliz”in, bir karsilasma olarak önemsedigim yönleri cok. hak midir, uygun mudur, mümkün müdür tartsimasi da dahil olmak üzere kültürel fenomenlerin psikanlatik okusunun bir önemi var. psikanaliz cünkü, bir analiz yöntemi olarak görünür olanin yapisina bakar, ne olduguna degilde niye öyle olduguna belki, nelerin yasaklanip nelerin düzenlendigine bakar. genel bir degisle “metni” söker tam da bunu yaparken.
    o kitap dolayisiyla “ontolojik ayricalik” tartsimasini acmayi düsündüm dedigim gibi, fakat baska baglamlarda. o yüzden kaldi öyle. fakat simdi escinsellik üzerunden konuyu düsünürken daha cok aklimda olan kaynak judith butler’in “cinsiyet belasi” adli kitabidir. butler dogallik söylemlerinin ne türden yapintilar oldugunu anlatiyor ve cinsiyet-toplumsal cinsiyet dolayiminda bir “ontolojik kriz” oldugunu sölüyor.bu yani ve tartismasinin seyri bu konunun icinde “normal olan”i belirleyen normatif yapilarin kendisine yönelmeyi getiriyor benim aklima.
    “escinsellik hastaliktir” da konusulacak sey bunu söylemenin bir hak olup olmamasi degildir esasinda, bu söylenen seyin ne oldugudur. buna bakmaya basladigimizda ise “kurucu metinler”e yönelik bir tartismanin kapisi kacinilmaz olarak acilir.
    kuran’in ontolojik ayricaligina iliskin teorik itirazim, bu ayricalik dolayisiyla, elde edilen söylemsel gücün “adil” olmayacagina bagli. daha temelde ise bizzat okumanin adil olmayacagini düsünüyorum.bir metne, bir bilgi yöntemine, bir düsünceye böyle bir ayricalik vermenin hegemonik bir yani var.hem düsünme hem de siyasal/toplumsal sürecler nezdinde.
    yoksa ontolojik ayricalik, ayricaligi atfedenin ayricaligi ise ve bu kendisiyle iligil bir meseleyse diyecek bir sey yok.varsin olsun, deyip cikmak mümkün. rasyonellik olur, maddecilik olur, diyalektik olur, buda olur, doga olur. anliyorum bunu. söylemek istedigim özne’ler olarak ontolojik ayricaliga sahip olmamizin teorik olanakliligi ile siyasal olarak bunun ne türden stratejilere mesruyet saglamaya dönük olarak ortaya ciktigina bir serh düsmek.
    bununla ontolojinin olmadigi söylemek istemiyorum elbette. köklü bir tartisma olmakla birlikte özne’ye bu alanin kapali oldugunu, herhangi bir metne bu anlamda ayricalik tanindiginda o metnin okunamayacagini, okunamayan bir metnin üzerinden kurulan bilgi/iktidar dünyasininda demokratik olmasinin sorunlu olacagii söylüyorum. özneye kapali olmasi althusser’in degisiyle “epistemolojik bir engel”den kaynaklanir.
    ontolojik ayricalik herkesin ayricaligi ise, sorunu sadece teorik-felsefi alana sikistirmamiz olanaklidir. herkesin ontolojisi kendinedir. buna itiraz etmek tuhaf olur. ama bu da ontolojiyi ayricalik olmaktan cikarir, tartismanin kendisini bu bypass ile cözebilecegimizi sanmiyorum. daha sonra daha acik halde anlatmaya calisayim buna iliskin düsüncelerimi.bu ayricaligin sinrilandirilmasi herderde deva, sorunlarin cözümün yegane ilaci olarak almiyorum ayrica, eger öyle anlasiliyorsa.metin-ici bir sorun olarak belirttigim bir sey bu.
    herkesin ontolojisi kendisine ise, kuran da herhangi bir metin olur bu yoldan. komünist manifestoyu okudugumuz gibi okuyabilecegimiz bir metin, öyle midir peki?
    sevgili enver cok uzattim simdilik keseyim.daha söz aliriz baska sekillerde.
    sevgiler.

  7. Bulent Murtezaoglu Says:

    Konuyu soyutlastirip otoriteye (sadece kitap degil buradaki otorite, isimler savuluyor) atifla konusmak iyi de, link verdiginiz yerde verilen ornege bakarsak belki daha somut bir dayanak ortaya cikar. (EG rumuzuyla DD’ye asilmis bir yorumdan ‘bam teli’ nitelemesiyle verildigi icin yapiyorum asagidaki alintiyi:)

    benim küçük bir şehrin bir ilçesinde öğretmenlik yapan bir arkadaşım vardı. birkaç yıl önce bir öğrencisi oldu. ortaokul 2′deydi o zamanlar. yani henüz 12 yaşında bir öğrenci. bu öğrenci eşcinsel eğilimlere sahipti. benim arkadaşın dediğine göre dünya iyisi bir çocuk. ama eşcinsel eğilimi aynı zamanda bir nimfomani olarak yansıyor. kasabada bazı insanlar bu çocuğu kullanmış aylarca.ayrıca çocuk o kadar kötü durumda ki artık okuldaki erkek arkadaşlarına bu yönde teklifler yapmaya başlamış ve dendiğine göre üst sınıflardan birkaç öğrenciyle ilişkisi de olmuş. şimdi benim en baştan beri anlatmaya çalıştığım şey burası. şimdi bu çocuğa ve bu çocuğun etrafındaki çocuklara nasıl davranacağız ve ne anlatacağız? benim arkadaşım o zaman bana fikrimi sormuştu. hatta okul yönetimi çocuğu bir psikiyatriste yönlendirmiş. arkadaşımla konuşurken “görürsün bak, psikiyatrist eğer liberalse, çocuğu ‘şimdi bu işler için yaşın erken, yaşın 18′e ulaşsın o zaman istediğin şeyi yapabilirsin’ minvalinde şeyler söyleyecek” demiştim arkadaşıma. ve aynen de öyle çıktı.

    Bunun nakledildigi gibi oldugunu kabul edelim ama biraz minciklayalim.

    — Bu psikiyatrist nicin ‘liberal’? ‘Liberal’ olmasa idi o cocuga ne diyecekti?

    — Bu cocuk kiz olsaydi, o kasabadaki insanlar onunla aylarca heteroseksuel iliskiler yasamis olsalardi ne olacakti?

    — Dogru anladiysam burada yapilan ima bu cocugun ugradigi cinsel siddet yuzunden bir patalojik hale girdigi. Yukarida ‘es’-cinsel kismini budamaya calistim, simdi ‘cinsel’i de cikartalim ve dayak yiyip ‘dayak arsizi’ denenden olmus olsun. Ne degisiyor?

    — Hadi cocuk boyutunu da cikartalim ornegi yok edelim. Normal kabul edebilecegimiz sartlarda buyumus, bir adam 30lu yaslarinda ‘yahu evlenmek dahil denedim durdum, olmuyor, egilimim erkeklere yoneliktir bildim bileli, artik oyle mi yasamaliyim acaba’ demis olsun. Ve ‘liberal’ olmayan bir psikiyatriste gitsin, bu psikiyatrist ona ne demeli? Yahut bu adam bir sekilde marjinal olup baski hissetmekten dogan bir pataloji yuzunden degil de sadece hissettigi yuzunden psikiyatriste gitmeli mi? (“Hasta” ise, “halk sagligi” acisindan arzu edilen bu mudur?)

    Bu islerin ‘normal’ kabul edilmelerine, cocuklara ‘onu da deneyin bunu da deneyin’ denmesine dogan bir tepkinin (kitaba dayansin veya dayanmasin) ifade edilmesinde bir fenalik goremiyorum ben. Muslumanlar soyle muslumanlar boyle denmesinin de (gerek suclama gerek mudafa acisindan) bir manasi yok benim baktigim yerden, en nihayet siyaset alaninda kendilerini ifade eden — kimisi organize — guclerin etiketlere atifla mevcut veya muhayyel topluluklari temsilen konustuklari zanni var ortada ki bunun dogrulugu da tartisilir. Benim sahsi egilimimin anladigim kadariyla ‘liberal’ olmasina ragmen ne Yildirim Turker’e ne Taraf taifesine sozcu muamelesi yapmam mesela. Islam icin ortada bir metin oldugu icin durum daha kolay elbette ama Islami olanin ne olabilecegini incelemek ile kendisine Musluman diyenin tepkisi anlamak/anlatmak farkli seyler.

    Zaten mesele ‘vatandas’ veya siyasi orgut uyesi birinin ‘bu hastaliktir’ demesinden cikmiyor, mesele TC hukumetinin bir bakaninin bunu demesinden cikiyor. Baglam da, benim anladigim kadariyla ‘evlilik’ mevzuu. Evlilik konusunda kapsayici ve dayatmaci (ABD’de dendigi sekliyle) liberallik ile, burada LDT gurubunun daha yakin oldugu (minimal devlet vs. pesindeki) liberalligin gorusleri zaten farkli olabilir. [En azindan cocuksuz ciftlerde] heteroseksuel evliligi de devletin ilgi alaninin disina atip ‘bu konuda iliskilerini arzu ettikleri sozlesmeye baglayabilirler’ demek de bir tur liberallik degil midir? Essek kadar bir adam/kadin essek kadar baska bir adam veya kadinla kendi rizasiyla yatiyorsa ve bu cinsellikle temellenen bir iliskiyi sozlesmeye baglamak istiyorsa, bundan bana ne? En fazla ‘aklim ermez boyle seylere’ deyip yuruyemez miyim? Isin aleniyete dokulup normallesme ve yuzume ortalik yerde vurulma tarafina verecegim tepki, ne bileyim, 70’li yaslardaki bir heteroseksuel ciftin Kadikoy vapurunda karsima gecip dillerini birbirlerinin agzina sokmalarinin bende doguracagi tepkiden ne derece farklidir acaba? (Yani heteroseksuel cinselligin alenilesmesine duyulan tepki, genelde cinselligin kendisinden duyulan tedirginlik, hele ‘alismamis’ tazahurler soz konusu oldugunda cok mu farkli?)

    “Zina” mevzuu farkli mi? O baglamda da genelde genc/cocuk uzerinden ahlaki cokus konusuluyor ama baska ornekler mumkun. Viagra ilk ciktiginda ABD’nin guneyinde yaslilarin ragbet ettikleri turden ‘retirement community’ denen bir yerde bir roportaj yapilmisti, orada 65’in ustu dul teyzeler goz kirpip kikirdeyerek ‘bu bize cok yaradi’ diyorlardi. Insansa insan, kitapsa kitap, zinaysa zina, hadi gelin simdi bunu ‘sevimli’ degil de ‘korkunc’ veya onelnemesi gereken turden ‘sapkin’ olarak gorelim. Ben kafama ‘Musluman’ sapkami takmaya kalksam dahi goremiyorum. Belki sapka gibi takilamayacagi sekilde yaklasilirsa o zaman o teyzelerin o sahnede girdikleri hava korkunctur, onu bilemem. Ama oyle ise, o zaman fikirle alakali ve fikri temelden gidilerek ortaya konan bir seyden degil bir ruh halinden bahsediyoruz demek degil midir? Hal bu ise, o zaman ‘ontolojik ayricalik’ incelemesi, dusunulerek varilmaktan ziyade hissedilen bir tepkinin aciklamasi icin dogru bir arac midir?

  8. kacakkova Says:

    oyunkuran merhaba…

    faruk ahmet valla iyi ki kiskirtmislar seni, sevindim cok…daha devami da gelecekmis, heyyo…

    azade hosgeldin….

    simdilik bir merhaba diyeyim böyle, yorumlara cesitli karsiliklar vermeye calisacagim ayrica. konuyu karsilayabillir miyim bilmiyorum, cesitli yönlerine bakmaya calisalim böylece…

    muhabbetle

  9. eg Says:

    “kuran’in ontolojik ayricaligina iliskin teorik itirazim, bu ayricalik dolayisiyla, elde edilen söylemsel gücün “adil” olmayacagina bagli. daha temelde ise bizzat okumanin adil olmayacagini düsünüyorum.bir metne, bir bilgi yöntemine, bir düsünceye böyle bir ayricalik vermenin hegemonik bir yani var.hem düsünme hem de siyasal/toplumsal sürecler nezdinde.”

    Sevgili kacakkova; bu cümleleri şöyle de düzenleyebiliriz sanıyorum: “bir metne, bir düşünceye ayrıcalık verilmemesi gerektiğini buyuran söylem, bizatihi bir başka söylem olarak, “ontolojik ayrıcalıkları” olduğunu iddia eden kişi ya da gruplara karşı adil olamaz. bir metnin hiçbir şekilde bir ayrıcalığı olamayacağını iddia eden söylemin bizatihi kendisi diğer tüm düşüncelere karşı bir hegemonya kurmayı amaçlar”…doğrusu bu konu daha çok su götürür. ben senin ne kast ettiğini çok iyi anladım. ama dediğim gibi o söylemin zorunlu gidiş adresi liberal bir demokrasidir ve o demokrasi sadece liberallerin olduğu bir toplumda işler. özneye bu “ontolojik ayrıcalıklığın” açık olup olmaması sorunundan da bağımsız bir demokrasi anlayışımız olabilir. bu ayrıcalığı özne bazında sorgulayabiliriz; ama öznenin ontolojik ayrıcalıklı metinin yorumundaki “oluş” aşamasında belirli bir yerde belirli bir yoruma sahip olabileceğini ve bu yorumunun onun için ontolojik ayrıcalık yerine geçebileceğini de düşünmek zorundayız eğer demokrasiden bahsediyorsak. dolayısıyla demokrasi bunu da gözetmek zorundadır. benim bütün teorik demokrasi yazılarım liberal dmeokrasinin dışında bambaşka bir demokrasinin olabileceğini varsayan yazılar. bu konuda bir yazı yazma niyetindeyim. belki o zaman daha ayrıntılı tartışabiliriz. şimdilik benden bu kadar deyip affınızı isteyeyim:) selamlar. enver

  10. kacakkova Says:

    sevgili oyunkuran,

    kesinlikle katiliyorum, metni sökmeyi yukardan, bir üst perdeden öne sürmenin bir anlami yok.dahasi sevimsiz bir sey bu. okuma bicimleri dayatmak, bir kural haline getirmek. yaziyi daha acik yazabilseydim aslinda okumanin adaleti dedigim seyin bir anlamda tam da buna itiraz etmek isteyen bir yönü oldugu belli olacakti.
    benim bu tartisma nezdinde önermek isteyecegim sey islamin icinde konumlanmis bilgi/iktidar yapilarini ve bu yapilarin dayandigi metnin dayanaklarini bir tür kaygiyla ve mesafeyle almanin önemidir. islam icin kura’in ontolojik ayricaligi geri alinamaz bir sey. kendi icinde de disinda da, bu ayricalik üzerinden temellenen bir hakim okuma bicimi var.elbette cokca farkli yönelimler cikmis, ceistli yorumlar birbiriyle hem iliski hem de catisma halinde olmus tarihi boyunca.kacinilmaz bir sey.yine de bir “ana akim” diyecegimiz yaklasim var saniyorum, ki kavram dagarcigini bir ölcüde sinir olarak belirleyen de odur.
    marksizmde de benzer bir sey vardir. althusser’le lukacs’i bagdastirmak imakansizdir ya, marksizmin kavramsal cercevesini ayakta tutan bu yorum farklarina ragmen bir yapi vardir. bazi öncül kavramlara dayanir bu yapi. bazi önkabullere. bunlarinda marksizmin icne dogdugu anlam dünyasiyla bir bagi vardir tarihsel olarak. sonucta kategorik bir tartismada oraya dönmek gerekir, oraya bakmak gerekir.
    kuran bu anlamda, otantik oldugu kabul edilen bir metin olarak, dünyanin, varolusun ve hayatin insan icin anlamini belirliyor ve sinirlandiriyor.
    sökülmesi bir yana, bu haliyle, ontolojik bir metni nasil okuyacagimiz bile bir sorun. birey olarak kendi icinizden tanriyal kurdugunuz iliskinin cok ötesinde bir sey bu. din kurumuyla, dinin toplumsalligiyla ve islamin özgül yapisiyla ilgili cokca meselesi var.
    siyaset alaninda islamda, seküler olsun ya da omasin diger ideolojiler, dünya görüsleri ve inanac sistemleri gibi hegemonik catismalarin ve hakikat rejimleri arasindaki savasimin bir parcasi. o alanin terimleri acisindan, müslüman öznenin sözüne bir sinir koymak, sözünü kesmek sözkonusu bile edilmemeli.
    sözünün kendisi ise, ayrica elbette catismanin, elestirinin bir parcasi olmak durumunda. hem teorik hem de politik alanda.ve ayrica hem icerden hem de disaridan.
    hilal kaplan”in cümlelerine bakildiginda, bu ontolojik ayricaligin nasil bir “hakikat rejimini” kendiliginden islevsel kildigini, onu saglamak icin varoldugunu, bir bilgi-iktidar rejimini mesrulastirdigini görmek mümkün.
    sordugun su sorular, konuya yaklasmak ve politik tartismada islami olani anlamak icin önemli göründü bana:

    “Neden müslümanlar hep eşcinselliğin günah olduğuna inanagelmişler? Günah ve eşcinsellik kelimeleri arasındaki ilişkinin İslam toplumlarındaki soykütüğü nedir? Acaba eşcinselliğin günah olarak algılanması, İslam’ın tek başına sonucu değil de, İslam toplumlarındaki yaygın ata-erkilliğin de bir sonucu mudur?”

    bunlar “ontolojik ayricalik” noktasina gelip dügümlenecek sorular gibi ayni zamanda.escinselllik fitrata aykiridir, nefisle ilgili bir arizanin sonucudur ve bu yüzden günahtir.fitratsa tanri kelami ile berlinmistir.tanri ol demis ve dünya olmustur, insan olmustur, escinsellik bir beden olarak hastalik, bir tercih olarak günah, yasama bicimi acisindanda sapkinliktir. bunlarin böyle olmasi nihayetinde fitrata, oradanda bir buyuruga baglidir. simdi burada cinsiyet kurgusunu, toplumsal cinsiyetin nasil yapilandirildigini düsünemeyeceksek, buraya dönüp bakamayacaksak norm’a nihailik vermis oluyoruz. elestirel düsünce diye bir sey varsa ben buunun sorunlu oldugunu düsünüyorum.
    cinsiyetin, ki normatif olarak belirlenen ve kendisi de bir insa olan “toplumsal cinsiyet”in bir anda,ayricalikli bir metin üzerinden mesrulastirildigini görüyoruz böylece. o söyleme nasil itiraz edilecektir, teorik olarak ve politik olarak, cinsiyet pratiklerini belirli normlara uymadigi noktada sapkinlasitiran mesrulastirici böyle bir söylem bicimine karsi nasil durulabilecektir?kafamda bunlar dolaniyor ilgili yazilari okurken.
    son dedigin sey de önemli yine, “entelektüelin islevi” sorunu. faruk ahmet’in aktardigi edward said alintisinda da var bu yan. müslüman entelektüellerin ve müslüman olmayan entellektüellerin hem kendileriyle, hem birbirleriyle iliskilenmeleri noktasinda ihtimamla düsünmeleri gereken bir sey. ben enver gülsen’in bu yaniyla söze demokratik bir alan vermeyi öngören yaklasimini önemsiyorum. söylemler arasindaki hegomonik iliskiler icin demokratik bir zemin arayisi bu. ama benim baktigim noktadan mesele burada bitmiyor onu anlatmaya cabaladim biraz. bitmiyor cünkü sistem sorunu, sadece bir disariya verilen karsilik sorunu degildir. said’in isaret noktalari önemli bence, cünkü genel bir tarifle “organik aydin” kendini konumlandirdigi yerle mesafesi kalmamis, yerinin yerlisi olmus, icinden konustugu sistemi yeniden üretmeye odaklanmis olandir aslinda.

    sevgiler.

  11. kacakkova Says:

    faruk ahmet hos gelmissin yeniden,
    abi dünya seni huzur icinde evinde birakmaz öyle, belliydi persembenin gelisi evet…ama sugar oldu gercekten….hilal baciya bir “hojgeldin” demistik ya hatirladim tabiiki…ayiptir söylemesi fakat sonra okumus degilim, bir iki kez belki, son yazisini da okumadim, “yildirim türker’e nasil giydirmis ama!” sekllinde dolaniyor ortalikta yazisi….
    neyse…
    imtihan‘da güzel olmus sanki, ama düzelttim yanlisi…söyle mi desek ikimizinde gönlü olmus olur acaba, “insan’in gerektirdigi fikri imtihana ihtimam göstermek gerek” :)….
    yaradanin nezdinde agir bir imtihandan geciyoruz belliki, ihtimam gerek, cok hem de….
    acikcasi abi, taraflara bunu nasil kabul ettirecegime dair bir fikrim yok. bir sekilde anlatmaya calistim. ya da ateste kavrulmus saglam bir gürgen sopasi lazim! kimsenin bunu kabul edecegi de yok, görünüste. ama anlasilir bir sey. felsefenin bir ic tartismasi var bu noktada. teolojiyle de kesisiyor ister istemez. ontolojik olanla (artik tanri olur doga olur) iliskinin olabilirligi de, bu olabilirligin sinirlari da tartisma zemininde.
    bu escinsellik mevzusunda ben de artik hangi akli evvellikle yaptiysam meseleyi oraya baglamis oldum. pirincin tasini ayiklamak kolay degil simdi. ama dedigin gibi bu bir semsiye önerisiyse, “semsiyenin altinda yanlis duruyorsunuz kitapta öyle demiyor” gibi bir cümlenin kendini dayandiracagi ayricalikli konumu tartismak kacinilmaz geliyor bana.
    ama bir semsiye önermiyorum esas olarak, enver gülsen’in cikarsadigi gibi liberal sisteme ya da baska bir sisteme isaret etmiyorum. yani bu baska bir sey. olsa olsa semsiyeleri kapatalim yagmurda islanmakta güzel olabilir demek istiyorumdur:).yok tabii, meselenin bir yönü o, ama kurucu söylemlerin kendisine yöneltilecek bir elestirinin buradan savusturulmasi dogru degil.
    meta-anlatilari yasaklayan bir meta-anlati yaratmak tehlikesi, matiksal olarak dogru, böyle bir tehlikenin pratik acisindan oldugunu da söylemek mümkün.
    tipki metafizik sorununda oldugu gibi. metafizigi altedemezsiniz, ettiginizde bir metafizik kurmus olursunuz cünkü. ama bu bir tür verili halde olan “metafizik sistemleri” sökemeyecegimiz, kavramlarini ve argümanlarini ayristiramayacagimiz ve dahasi o sistemelerin dayandiklari normatif yapiya elestirel bakamayacagimiz anlamina gelmiyor.
    islamcilarin, tipki marksistler gibi bu mantigi isletmeleri bu yüzden, biraz zevahiri kurtarmakla ilgili sanki. bana öyle geliyor. bir savunma stratejisi olarak anlamli, ama teorik olarak yeterli degil.
    gelenek de modernlik gibi bir düsünce sistemi olarak elestitilebilir olmak durumdadir. disardan bir elestiri degil sadece, cünkü bu disariya karsi bir savunma refleksinin üzerinden kendini temellendirmek güdüsünü getiriyor beraberinde, önermek isteyecegim sey, bir tür „ickin elestiri gelenegi“nin disardan gelenede kapiyi acik tutmak üzere düsünce yapilarinda isletilmesi icin mesruiyet alani saglanmasidir.
    bu yaklasim yanlis anlamiyorsam, “escinsellik” ve “toplumsal cinsiyet” normlari baglaminda yine butler’in kalkis noktalarindan birisi.onun degisiyle, kisinin „ ait oldugu düsünce geleneginin kelime dagarcigina yönelik elestirel bir yaklasim“dir önerilecek olan. islamin icinde de elbette böyle bir yaklasim var, yok degil. cok genis ve derin bir yorumlama, aciklama ve farkli yönlerde ilerleme mevcut. bunlara bagli catismalarda. o gelenegi benden daha iyi biliyorsun elbette.
    toplumsal cinsiyet gibi bir meslede ise bu “ickin elestiri” kökensel bir nitelik ve dolayisiylada sertlik kazaniyor. cünkü bu tür bir meselede sadece kelime dagarcigi da degil, o dagarcigi olanakli kilan „derin yapilar“a dogru gitmek, oradan “yeniden okumak” ve belkide yeniden “yazmak” gerekiyor. bir sinir tartismasi oluyor bu haliyle de. bunu önermekle aslinda baska ve gizli bir sistemi ayakta tutmak mi amaclaniyor, bir yaniyla belki öylede yapanlar var, ama ickin elestirinin kosulu bence bu degil.
    Türker’in biyik alti gülemsemesinin ayip oldugunda hemfikirim kesinlikle. cok ayip. sacma da hem. gerekli ihtimamin gösterilmediginin isareti iste.

    muhabbetle….

  12. Faruk Ahmet Says:

    Dönmek hâlâ garip. Uzun zamandır zihnimi rölantiye almış olduğumu şimdi anladım; giriştiğim bu yazı işi beynimi karıncalandırdı, uykularım kaçıyor, toparlayamıyorum, dağılmış durumdayım. Bir anda hepsini yazıp yayınlamalıydım belki; geciktiği her gün başka fikirler araya girip, beni de unutma diyorlar, yazı uzuyor, yönünü kaybediyor, başkaları bir şeyler yazmış oluyor, tüh onu ben diyecektim diyor insan, yahut buna da cevap yetiştirmek lazım dediğin yeni lâflara rastlıyorsun… eyvah eyvah keşke hiç girişmeseydim diye evde dört dönüyorum, dönmekten yazamıyorum. Bir sürü başka işlerim var, onlar bir yandan, şimdi söz verdik yazmak da lazım, ama acaba zannettiğim kadar da söyleyecek dişe dokunur şeyim yok mu elimde, yoksa tümden haksız mıyım iç didişmeleri diğer yandan… Mahvoldum kaç gündür. Bir yere içimi dökmem lazımdı. Bir iki arkadaşın başını şişirdim, sen de eksik kalma diye burayı da doldurdum şimdi 😦

    Neyse, benim devasa özgüven eksikliğimi ve heyecanlı erken atılımlarımı bir kenara bırakırsak, “insan’in gerektirdigi fikri imtihana ihtimam göstermek gerek” güzel bir ortayol, benim itirazım yok diyeyim. Bu bir.

    İkincisi de, başka türden bir meta-anlatı üretme tehlikesi bulunsa bile, bunun o anlatıya eleştiri yöneltemeyeceğimiz anlamına gelmemesi gerektiği konusunda haklısın; ben de bu noktayı çok önemsiyorum. Edward Said’in Entelektüel kitabında, çok sevdiğim paragraflardan bir tanesi:

    «Bence entelektüelin görevi krizi evrenselleştirmek, belli bir ırkın ya da ulusun çektiği acıları daha geniş bir insanî bağlama oturtup bu deneyimi başkalarının acılarıyla ilişkilendirmektir…» [s.55]

    Krizi evrenselleştirmek… Galiba en veciz hali bu, yapılması gerekenin. Said “ulus” ve “acı” eksenine oturtarak fazla daraltmış belki; belki biz onların yerine daha genel kavramları oturtabiliriz; “anlatı ve “sorunsal” gibi… İnşallah bir gün bitecek olan yazımda, becerebilirsem, en çok bunu vurgulamak isterim. Hele “evrensel bir mesaj” taşıma iddiasındaki bir dinin üyeleri olarak biz müslümanların bunu herkesten önce iyice kafamıza kazımamız gerek diye düşünüyorum.

    Selamlar.

  13. oyunkuran Says:

    kacakkova,

    şimdi biraz daha kafama oturdu gibi söylediklerin, sağolasın. Sanırım bir tür “ortak alan” varsayıyorsun ya da talep ediyorsun. Bir eşcinsel ve eşcinsellik karşıtı müslüman bir araya geldiğinde, aynı ortak alanda buluştuklarında, birbirlerini anlayacakları bir iletişimin normatif imkanına bağlanıyor sanıyorum dediklerin. Öyle simetrik bir ortak alan katılımında ontolojik ayrıcalığı savunmanın bir anlamı kalmıyor hakkaten. Bu, Habermas’ın iletişimsel eylemin imkanına dair tartışmalarına benziyor galiba.

    Bu ortak alan konusu, üzerine çok da düşündüğüm bir konu değil açıkçası. Biraz düşünmem lazım. Ama her defasında bir simetri kabulu gözüme çarpıyor bu tartışmalarda. Mesela ortak alanda bir müslüman entellektüel bir de eşcinsel entellektüel varsa, o zaman Kuran’a ontolojik bir ayrıcalık vermek olmaz. Ama ortak alan, tek taraflı bir bildirgeden ya da köşe yazısından oluşunca da, en azından, dediğin gibi, ihtimam bekleyebiliriz belki.

    Bir müslüman entellektüel bir eşcinselle bir araya geldiğinde, ortada tam olarak bir simetri olamaz bence. Bu durumda, farklı olanın kendi farklılığı ölçüsünde karşı tarafa doğru “zihinsel bir göç” gerçekleştirmesi gerekir. Belki Yusuf Kaplan’ın yazısı, mazlum-der’in açıklaması bu yüzden yanlıştı. Bu göçü yapmayıp kendi ufak ortamlarını evrensel gibi sunmaları yüzünden.

    Bu göç nasıl yapılır? Karşı taraftan biri olmayı göze alacak bir okuma ile bence. Bu da karşı tarafın metnine ontolojik ayrıcalık vermeyi gerektiriyor kaçınılmaz olarak. Belki eg’nin liberal demokrasi dışındaki demokrasinin imkanında böyle bir boyut vardır. Simetrik ortak alanlar ve onların toplamı olan kamusal alanın inşası yerine, doğrudan zihinsel göçlerin gerçekleşmesi.

    Ama daha düşünmem lazım. Güzel bir tartışma döndü, iyi oldu. Bloguna sağlık kaçakkova 🙂

  14. kacakkova Says:

    merhabalar sevgili azade,
    ve hosgeldin yeniden….yeni bir mesele degilde bu, yeni bir baglama sahip belkide, o yüzden kiskirtici yönleri var ve yine bundan dolayi göründügünden baska ve daha derin bir krizin habercisi olarak alinabilir…
    haliyle sonda, asina oldugunu ve günümüzdekilerden farkli oldugunu söyledigin aciklamalara, anlama bicimlerine dikkat kesilmis durumdayim….
    bir olgu olarak escinsellik yoktan ortaya cikmis bir sey degil, osmanlida ve islamda bilinmeyen bir sey de degil….ama nasil karsilanmis bu konu, nasil gecilmis, nasil bir kabullenme üretilmis, üretilmediyse bu “olgu” belirli bir toplumsal cinsiyetin hiyerarsik ve dislayici düzenlemelerinde nasil konumlandirilmis….dilde, düsüncede, zihniyet bicimi icnde nasil bir yer edinmis….
    “calakalem” dedigin aciklamalar aksine, cok iyi noktalara dogru yönelttiyor beni simdi. islam düsüncesi gelenegi icinden söz almak konusunda imtina etmek isterim. ama burayi önemsiyorum cok, dedigin gibi derinliklli bir tarih var burda, iyi bir kavrayis icin ciddi bir cabaya yönelmem gerek kendi adima.
    dil-sembol ayriminda temellenen tartisma önemli görünüyor bana.söylediklerini anladim, dikkat cekici ayrimlar bunlar. ama “sembol” icin söyledigin seyi dil icin söylemek de olanakli bir bakima.söyle düsünüyorum:
    dilimizin sinirlari dünyamizin sinirlaridir ama “dünya” tüm olarak bundan ibaret degildir.dilsel sinir bizi gercek’ten (ya da buradaki haliyle ontolojik-olan”dan) ayirarak bir “gerceklik” alani olusturur. sinirin ne oldugunu ve nerede oldugunu dilin disinda belirleyemeyiz, bu da bize “dilin disarisi yoktur”u anlamak icin bir yol sunar.wittgenstein, hal böyleyken, “gizemli olan vardir yine de” der. dünyanin, kendi dünyamizin sinrilarindan ibaret olmadigini anlamak icin kesin bir önermedir bu. her türden metni bu anlamda indirgenemez bir cogullukla okumak mümkün.
    gizemli olan vardir, ama o “gizem”le iliskimizin niteligi nedir ve nasildir, belrili bir metne nasil bir ayricalik sunar. materyalizm icin “gizemli olan” ve disarda olan bizzat “dünyanin maddiligi”dir. islam icin de diyelim bir “dünya-metin” olarak kuran ve oradaki sözün sahibi olarak tanridir. ben bu ayricaliklarin bir bilgi sitemi olarak ve “hakikat rejimi” denilen kavram acisindan ne anlama geldiklerini, neyi belirlediklerini, ne sagladiklarini anlamanin ve bunun üzerine bir “adil” okuma, yazma ve dolayisiyla tartisma imkaninin gerekliligine inaniyorum.
    islamdaki dedigin gibi tevsir ve tevil gelenegi, bildiklerim sinirli olmakla birlikte elbette cogul okumanin ve tartismanin zengin örnekleriyle dolu. her metnin zahir ve batin okumasini yapmak olanaklidir, ki kuran gibi bir “kurucu metin” acisindan cok daha böyledir elbette. “gerceklik” ile “gercek” arasindaki kapatilamaz ve belirlenemez yarik, ayni zamanda okuma-anlama-yazma arasindaki iliski bicimi “anlam”in tamamlanamayacagini ve yorumlarla tüketilemeyecegini gösterir.
    tartismasiz kabul ediyorum bunu.
    bu nedenle de mesela “müslüman demokrat”lara fitratin ne oldugu konusunda adil bir okumaya kapi acmak zorunda olduklarini (verili “kelime dagarcigi”ni “ickin bir elestiri”ye acik tutamak üzere)söyleyebilecegimizi düsünüyorum.
    bu anlamda kuran ile birebir iliski kuranlar, onu okuyup dinleyenler icin edinilen “ontolojik ayricalik” bir sorun teskil etmez. yorumlarla tüketilmeyecek, bir yorumla elde edilne bir tür “hakikat rejimi”ne indirgenmeyecek, ve yeniden yazilmaya acik olacak bir metin, zaten okuyana sundugu ayricalik ne olursa olsun metinsel bir üstünlük saglamaz.
    ibadet ve vecd halinin ötesinde, “kitapta böyle yaziyor” ile elde edilecek ayricalikli bir özne-konumu yoktur bu türden tartismalarda.
    “vecd hali”nde olanin duydugu, hissettigi, anladigi seyin ne olduguna karismak degil elbette mesele.
    müslüman bireyin kendi dünyasini kurmak ve öylece varolmak icin belki bu düzeyde gecerli bir ayricalik gibi alinabilir. fakat su tartisilan cinsiyet sorunu dahil, diyleim ki toplumsal cinsiyet tartsimasinda, bu anlam dünyasinin hem hukiki, hem sosyal ve hem de elbette siyasal sonuclari, baglayiciliklari yok mudur? kendi icindeki farki yorumlari belki ayristirmak gerek de, genel yorumlanis bicimi acisindan, ahlaki ve siyasi sonuclari, kacinilmaz bir takim kararlari olan bir sistem degil midir islam? degilse yukardaki yazinin iddiasi bir bakima gecersiz kalir, ontolojik olandan edinilen ayricalik bireyin ibadet ve inanma sinirlari icinde kalir, buraya iliskin bir sey demek istemem, ancak eger sonuclari itibariyle bu “siyasal” bir metinse kacinilmaz olarak tartismanin bir gecerliligi vardir bence.
    yorumun benim icin ufuk acici oldu azade, bitirmeden söyleyeyim bunu, dönüp bakacagim bazi noktalari gösterdi bana, islam düsüncesinin ve düsünce geleneginin kapsamina iliskin ipuclari verdi. bunu görmezden gelmek aklimdan gecmez hic bir zaman.tesekkürler.
    selamlar.

  15. azade Says:

    merhaba yeniden,
    diğer yorumu yazarken Faruk Bey’in yazısını ve diğer yorumları okuma fırsatım olmamıştı. şimdi bakıyorum da neresinden tutmalı bilemiyorum 🙂 en iyisi başladığım ve senin devam ettirdiğin noktaların birine bir nebze açıklık getirmek…
    Bu konuyla ilgili olarak yapılan tartışmalarda gördüğüm kadarıyla sizi ve Faruk Ahmeti “dellendiren” 🙂 noktanın bir nevi el çabukluğu ile yapılan bir kolaycılık olduğunu gördüm -sanırım-. aslında felsef tarhi açısından baktığımızda bu yolla ta Schleiermacher öncesine dönüldüğünü söyleyebiliriz : kutsal (ontolojik öncelikli) ve profan metinler arasında ayırım yapmak ve bu ayrıml sosyal yahut politik eksenli “kullanımlara” kolaycı bir zemin hazırlamak.
    Bu noktada dikkatten kaçan hususun “vahiy” ve “din” olgusunun karışması olduğunu düşünüyorum. Hermenötik açıdan baktığımızda da kutsal bir metnin varlığını kabul ettiğimizde dahi onun kendi mahiyetiyle, olduğu gibi kavranamayacağını görürüz, yani kutsalı taşıyan yahut ona işaret eden yahut “anlamlandıran” profan’dır. O halde bizzat kutsal (ontolojik öncelikli) metnin kendisi karmaşık bir duruma işaret eder. Ancak bu durum, bu iki metnin arasındaki farkın geçersiz olduğu anlamına gelmez. Bu metinler arasındaki fark, “anlama” problemi esasında düşünülmelidir ki ister Betti, Hirsch gibiler isterse Gadamer ve takipçileri hatta Ricoeur olsun çağdaş hermenötik bu nedenle “anlama” problemi etrafında döner. Yine bu noktada, yani kutsal bir metni profan metin-ler etrafında ve “anlama” temelinde düşünebileceğimiz konusu “lafız” meselesini öncelemektedir ki daha önceki yorumda işaret ettiğim sembolik dil meselesi de buna dahil bir şeydir.
    Anlama problemi temelinde meseleye yaklaştığımızda kutsal metinlerin lafzının diğer metinlerle aynı olmakla beraber referanslarının farklı olduğunu söyleyebiliriz. Zira onlar bir “anlam dünyası” yaratırlar : dünya-metin meselesi. Bu anlam dünyası ise, olgular toplamına indirgenebilecek bir şey değildir : hukuki ve sosyal olanla senin vecd dediğin varoluşsal olan tecrübe bu noktada ayrılır yahut bitişir. Yani kutsal metinler, aşkın bir faktörü olgular dünyasına dahil ederler ama indirgenemezler. Bu nedenle kutsalla olan bu ilişki “özcülüğün” ötesinde, sonu bir metne varan “dil oyunları” (hukuk, ahlak vs. ) ve onlarla dayanışma içinde bulunan “hayat biçimleri” arasında var olan temel bağdan hareket etmelidir. Tartıştığımız veya benzeri konulara giriş noktamız ancak bu olabilir gibi geliyor. Bu anlamda “ontolojik öncelikli bir metin nedir” sorusundan ziyade senin de ifade ettiğin gibi “bu metin nasıl okunur” sorusuna cevap aramak gerekmektedir ve cavabı ararken de içinde olduğumuz dil oyunları ve hayat tarzlarımızla ( demokrasi, liberalizm?) olan ilişkisini yeniden tartışmamız gerekir. Türkiyedeki tartışmalarda gördüğüm, her iki “karşı” grubun da bundan kaçtığı gerçeği. Birileri işlerine gelen konularda demokrasi ve özgürlük söyleminden yol bulmaya çalışırken, canları sıkılınca vahyi din ile ve onun yenilenmemiş algılarına dönerek imanlarını, sosyal konumlarını ve ötedünyalarını garanti altına aldıklarını zannederken, diğerleri kültür, dil ve anlam dünyamızın en azından yarısını oluşturan kodları tamamen gözden çıkarmayı marifet sayıyorlar.
    En başa dönersem, “din”, vahyin okunuş biçimlerinden “birini” oluşturur. Bu anlamda mesela İslam’ın doğuşundan bu yana pek çok farklı “İslam” yani “din” olgusundan söz etmek mümkündür. Osmanlı ve İran bunun en canlı örneğidir…

    yoruldum 🙂 yoğun günler… bilahere senin “kulak kesildiğin” noktayla da bağlantı kurarak devam etmeye çalışırım.

    gitmeden, benim gibi internet ortamında birşeyler yazmak konusunda problemli bir akademisyen için bile böylesi hoş bir ev sahibi olduğun için teşekkür etmek isterim…
    selam ve sevgiyle…

  16. eg Says:

    “Bu anlamda “ontolojik öncelikli bir metin nedir” sorusundan ziyade senin de ifade ettiğin gibi “bu metin nasıl okunur” sorusuna cevap aramak gerekmektedir”

    bence bu tartışmada sorun bu değil. ontolojik ayrıcalıklı metin nasıl okunur; bu metinden “mutlak” bir anlam çıkarılır mı, yoksa anlam bir oluş içinde her daim dönüşür mü? ya da derridacı “manada” anlam yoktur metin vardır mı denmeli, bunlar da ayrıca tartışılabilir. ancak eşcinsellik, demokrasi ve müslümanlık meselesinde tartışılması gereken ve tartışılan konu bu değildir. ayrıca bu olmamalıdır da zaten. bir “müslümanın” ontolojik ayrıcalık tanıdığı metni okuma biçiminin mutlak veya doğru olup olmadığını tartışmıyoruz. zaten bu konuda “kesin bir sonuç çıkaracak” bir mecra da bulunmuyor. tartışılan şey, sonuçta böyle bir okuma biçimi var(ve üstelik bu okuma biçimi vahyin hakim ve üzerinde hemen tüm müslüman akımların büyük oranda uzlaşmış olduğu okuma biçimi) ve bu okuma biçimi demokratik düzlemde nasıl ifade edilecek sorunudur. yoksa diğeri de ayrı bir tartışmadır. bu konuda gerek benim, gerekse de vahiy ile yorum ilişkisi üzerine düşünen ve yazan birçok insanın yazıları var zaten. ancak vahiyden çıkardığımız sonuç mutlak değil diye(ya da öyle görmememiz gerekiyor diye), bütün anlamları “yüzer” yaparak silikleştirmenin, yok etmenin, liberal bir “herşey giderlik” içinde soysuzlaştırmanın bir çözüm olmadığını liberal tecrübe yeterince göstermiş olmalı insanlığa…hermenötik’in her derde deva olduğu düşüncesinin sorunlarının “tespitini” bir başka yazıya bırakayım şimdilik….

    not: yorum yazan azade’yi tanımıyorum. onun yorumu üzerinden gitmem umarım saygısızlık olarak görünmez. sonuçta kacakkova’nın da bu yazıdaki ana tezi bu olduğu için kısaca değinmek istedim bu konuya ve asıl tartışmanın ne olduğuna…selamlar.

  17. Ömer Says:

    İslam ve eşcinsellik konusu mütemadiyen gündeme geliyor. Eşcinsellik, dinden bağımsız olarak zaten eski zamanlardan bu yana tartışılan bir konu. Bundan sonra da tartışılacak.

    İslam dini hakkındaki tartışmalar da yine aynı şekilde. Bu iki konu bir araya gelince mesele çetrefilleşiyor. Yukarıdaki tartışmalara nasıl bir katkısı olur bilmem ama İslam’da “Hunsâ Hukuku” vardır. Modern zihinlerimiz bu hukuku nasıl kavrayacak veya nereye koyacak, bu da ayrı bir sorun.

    Şurada ayrıntılı bilgi bulunabilir: http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?id=2580&s=show_qna

    Selamlar..

  18. azade Says:

    Merhaba yeniden,
    Sayın e.g., yorumum üzerinden gitmeniz niye saygısızlık olsun ki? “tanıma” ya gelince, kim kimi tanıyor, bilmiyorum, aslını sorarsınız bu önemli de değil bence, bilgi temellük edildiği anda iktidar problemleri doğuran bir şeydir kanımca, “burada” bunları “konuşabilmemiz” kafidir.( tanımadan kastınızın “bu” olduğunu düşünerek : te’vil konusunda doktora yapmış gariban bir “din felsefesi hocası” olduğumu söyleyebilirim sadece 🙂 neyse efenim.

    “tartışılan şey, sonuçta böyle bir okuma biçimi var(ve üstelik bu okuma biçimi vahyin hakim ve üzerinde hemen tüm müslüman akımların büyük oranda uzlaşmış olduğu okuma biçimi) ve bu okuma biçimi demokratik düzlemde nasıl ifade edilecek sorunudur.”
    Tartışmanın bu mihverde başlatıldığını “anlıyorum” elbette. Ancak bu noktada Kaçakkovanın “ontolojik öncelikli” bir metni okumanın adaletinin ne olacağına dair sorusundan hareket etmeyi tercih ettim –ki problem sizin tanımladığınız şekilde bile alınsa en nihayetinde gelip buraya dayanacağını düşünüyorum.-
    “üzerinde hemen tüm müslüman akımların büyük oranda uzlaşmış olduğu okuma biçimi” argümanı da iki açıdan problemli görünüyor : birincisi, üzerinde bu denli ittifak edilmeyen konular ne olacak sorusu,- ki daha hz. Peygamberin vefatının üzerinden çok geçmeden Kerbela olayıyla sonuçlanan, yahut Camel ve Sıffin savaşlarına konu olan tartışmaları hatırlayın, her iki grup ta müslümandı, bir çoğu sahabi idi ve kendi yorumlarının doğruluğu için savaşıyorlardı-
    İkincisi de bu hakim okuma biçimlerinine hakimiyet veren şeyin ne olacağı sorusudur : çoğunluk mu? Bu konudaki uzlaşımın pratik yönüne baktığımızda, eşcinselliğin günah olduğunun kesin kabulünü ama bir taraftan da Batı toplumlarında olduğu gibi -Foucault’un çözümlemelerine meydan verecek şekilde- toplumdan dışlanmadıklarını görürüz. Yaygınlaşmasının önüne geçecek tedbirler alınmıştır, ancak dışlanmamışlardır. Hatta camilerde erkeklerin mi yoksa kadınların mı safında olacaklarına, şahitlikte neyin esas alınacağına dair ciddi tartışmalar hatırlıyorum. Tekrar argümanınıza dönecek olursak klasik İslam düşüncesi, “avam ve havas” ayrımına dayalıdır ve bu bağlamda meselelerin çözümüne yönelik alınan hukuki kararların “hakim çoğunluğu” problemi çözmek için delil teşkil etmez. Zira hukuk ve sosyal alanı ilgilendiren meseleler “deliller arası yahut önermeler arası ilişkilerin ve akıl yürütmenin tarzını ve doğruluğunu” inceler. Bu hükümlerin dayanaklarını ve “hikmetlerini” değil.

    “vahiyden çıkardığımız sonuç mutlak değil diye(ya da öyle görmememiz gerekiyor diye), bütün anlamları “yüzer” yaparak silikleştirmenin, yok etmenin, liberal bir “herşey giderlik” içinde soysuzlaştırmanın…”
    Elbette.. aksini düşündürecek bir şey söylediysem, kendimi iyi ifade edememişimdir.

    “hermenötik’in her derde deva olduğu düşüncesinin sorunlarının tespitini ….”
    Hermenötik nedir ki. Belli bir ekol yahut sistem gibi algılıyorsunuz sanırım –ki pratikte de öyle değildir-. Düşünme eyleminin kendisi, hatta felsefe, hermenötik bir çabadır..

    Çok konuştum gibi.. hayırla kalın. Vesselam..

  19. eg Says:

    sayın azade,
    sizi tanımadığımı söyledim; zira tartışılan yerlerde genellikle bir aşinalık oluşur en azından ve kacakkova ile “genellikle onun benim yazılarıma yazdığı yorumlardan ve benim cevaplarımdan kaynaklanan” bir aşinalığımız mevcuttur. ama sizinle öyle bir aşinalığımız mevcut olmadığı için saygısızlık olarak görünebileceğinden dem vurdum. yoksa ne sizin mesleğinizi, ne de hangi konuda doktora yaptığınızı sormadım, doğrusu merak da etmiyorum; benim mesleğimin ne olduğunu kimsenin bilmesi ya da merak etmesi gerekmediği gibi! ne mesleğim bana o mesleğimin alanı hakkında konuşma ayrıcalığı verir, ne de başkasının ayrıcalıklarını tanıyacak kadar modern uzmanlık saplantılarına saygı duyarım! elbette bu “doktora”yı “bu konuda konuşabilmek gibi bir ayrıcalığım var” tarzından söylemediğinizden eminim; ama şunu da söylemem gerekir ki bir fikrin, din felsefesi akademisyeninden, ya da sokaktaki sıradan bir bakkaldan gelmesi arasında benim açımdan bir fark yoktur (hatta ikincisi daha makbuldür çoğunlukla. zira akademik kapanlara tıkılma şanssızlığından ‘yırtmış’ olma ihtimali daha yüksektir bakkalın diye düşünüyorum. en azından iflah olmaz bir “akademi muhalifi” olarak ben böyle düşünüyorum)

    ikincisi düşünme eylemenin kendisine hermenötik denebileceğini sanmıyorum doğrusu. elbette hermenötiki bir ekol ya da disiplin olarak algılamıyorum ama sizin dediğiniz kadar da “düşünmenin kendisine indirgemenin” doğru olduğunu da düşünmüyorum(heidegger’in söylediği gibi; düşünmeyi unutmuşların düşünmesine bu derece bel bağlamanın tutarlı bir duruş olmadığını da düşünüyorum bu arada!). bir ekol ya da sistem değildir belki; ama teolojiye (özellikle hıristiyan teolojisine) uygulanma biçimlerinin mutlak şekilde her dine uygulanabilecek bir yöntem(tabiri caizse) oluşturabileceğini de düşünmüyorum. derrida’dan hareket eden caputo’nun; ya da islam teolojisinde son dönemlerde cabiri’nin yaptıklarının bu hermenötik kapsamında değerlendirildiğini düşünürsek şayet, o değerlendirmelerin genel sorunlarıdır kast ettiğim şeyler.

    özelde eşcinsellikle ilgili, genelde de herhangi bir konuda foucault’un çözümlemelerinin kimseye kesin bir “duruş” belirlemede yardımcı olabileceğini de düşünmüyorum doğrusu. zira foucault’dan bu konularda bir netlik devşirmeye çalışanların foucault’un metodoloji-karşıtlığını ya da estetizmini yanlış anladığını düşünüyorum nacizane(eğer foucault’tan anlayacak birşey varsa tabii ki!). ben eşcinselci siyasetin özellikle liberal toplumda toplumun göbeğinde, toplumun diğer fertlerini ne düşünecekleri ve nasıl yaşamaları gerektiği konusunda baskı altına alacak kadar hakimiyet kurmasına yine foucault’tan hareketle karşı çıkılabileceğini düşünüyorum üstelik(bunu foucault’cu olduğum için değil, ama aynı foucault’tan tam da tersi bir isyan politikası da çıkarılabileceğini düşündüğüm için söylüyorum)

    bir not da ekleyeyim: hakim söyleme hakimiyet verenin ne olduğunu tartışmadım bile. ve sizin söylediklerinizde bu konuda itiraz edilebilecek birşey görmüyorum. ama ben hala bu tartışmanın demokrasi denen şeyle ilgili tartışmanın çok uzağında olduğunu düşünüyorum.

    neyse efendim sanırım ben de fazla konuştum. selamlar…

  20. azade Says:

    söylediklerinize “eyvallah” diyorum, akademisyenler -çoğunlukla-konusunda söyledikleriniz de dahil. bir çok meselenin “bu” gibi yerlerde daha “hakiki” bir şekilde tezahür ettiğini düşünmesem dahil olmak aklımdan bile geçmezdi. sadece internet ortamındaki tartışma biçimlerine aşina değilim, mesleğimi söylememin sebebi sadece budur (hoşgörün/tahammül ediverin anlamında).
    “hermenötik” kelimesinin kullanımındaki çekinceleri de anlıyorum ve hak veriyorum ancak tam da Heidegger tarzı bir düşünmenin doğasına daha uygun olduğu için bu şekilde kullandım.
    selamlar…

  21. Bulent Murtezaoglu Says:

    Alakali gozukuyor: http://taraf.com.tr/umit-kivanc/makale-dinim-sozkonusuysa-gerisi-teferruattir.htm

    Atifta bulundugu yazi da bu: http://www.taraf.com.tr/elif-cakir/makale-tanri-hac-mevsiminde-dinlenirken.htm

Yorum bırakın