300 ‘solcu’ spartalı

by

üçyüzspartalı

Slovaj Zizek “300 Spartalı” filmine solcu film dediğinde, Bülent Somay gibi hepimizi şaşırtmaktadır sanıyorum. Alem adam vesselam. Nasıl bir görme biçimi varsa artık, ilk elden vereceğimiz tepkilerin tersine gitmeyi ve bunu yaparken de  dikkatimizi başka yönlere çekmeyi başarabiliyor.  Uzun zaman önce “300 Spartalı”yı bir sinema filmi olarak pek bir keyifle izlemiştim açıkcası. Basit bir propaganda filmiydi,  öyle ki üzerinde durmaya değmeyecek kadar alenen emperyal politikalara denk düşen mesajlar taşıyordu. Bununla birlikte çizgi roman severleri sinemada memnun edecek nitelikte bir filmdi.

Frank Miller çizgiroman estetiği yönünden bakılırsa, filmin başarılı bir görsellik sunduğunu söyleyebiriz. Bir tür filmnoir olan “Sin City” tadında bir film. Gizemci, istilacı ve barbar Perslilere  karşı, akılcı, cesur ve özgür ruhlu Sparta’nın  olağanüstü direnişini, doğu’ydu batı’ydı, kültür endüstrisiydi, impratorluk’tu, oryantalizmdi, 11 eylül sonrasıydı, gibi bir şeylere takılmadan iyleyebilme becerisini gösterirseniz,  bahsettiğim bu estetikten fazlasıyla keyif alabilirsiniz. Canım siz de herşeye takılmayın öyle, kapatın ışıkları, açın soğuk biraları, rahatta izleyin güzel güzel! Öyle olağanüstü bir oyunculuk falan da yok, ama sırf görsel atmosferi ve  kahramanlık hikayesi dolayısıyla sonuna kadar sıkılmadan izlenecek bir film. Üstelik solcuysanız, Zizek’e kulak verirsiniz tam olur, üçyüz solcu spartalının hikayesine doyamazsınız!

Herneyse, buradan Zizek’in sözüne dönersek, doğrusu ne demeye getirdiğini anlamak zor değil; fakat yine de film üzerinde durulacaksa, meselenin böylece bırakılmasının imkansız olduğunu söyleyerek başlamak isterim. Ayrıca ne demeye getirdiğini anlasak bile, dediği şeyi de öylece bırakamayız. (Arada biri çıkıp da, şu tantanalı “açılım” konusuna bir açılım getirmekten sıyırmak için Zizek’e takıldığımı söyleyecek olursa, büyük ayıp eder. Üstat Virgilius birader görmüş restini, koymuş postunu, “Hasta Adam Üzerine…(Veya Bülent Ersoy’un Erkekliği ile ‘Açılım’ın İrdelendiği Subjektif Bir Yazı)“, akgöt karagöt belli olacaktır sonunda, diyor ki daha ne densin).

Film üzerine kısa değinisinde  Zizek, “solculuk adına” filmin politik mesajlarını tersyüz eden bir işleme girişiyor. Bu işlemi  “solcular”ın bir kısmı yerinde bulacaktır, sanıyorum “solcular”ın daha büyük bir kısmı ise veryansın edecektir Zizek’e. Bu türden tartışmalar oldu mu bilmiyorum, bakındım ama bir şey bulamadım. Bülent Somay, Zizek’in şaşırtmasından sonra filmi izlemesinin şart olduğunu söylüyordu, izledi mi, izledikten sonra ne düşündü onu da bilmiyorum.(Duyan varsa haber etsin!).

22296Solculuk hikayesini geçelim bir kalem şimdilik, benim Zizek’in gerçekleştirdiği işlem de önemsediğim taraf, en başta popüler kültür alanında etkinlikte bulunmanın önemine riayet etmesidir. Sayesinde, popüler kültürden Lacan’a giriş yapabildiğiniz gibi, Hollywood filmlerine şaşı bakıp şaşırabilirsiniz de. Zizek’in çıkarsamaları önemsenir önemsenmez ayrı, ancak yaptığı işlemin farklı bir yol  izlediği kabul edilecektir. Böylece, ideolojik hegemonyaya “dışarı”dan ateş etmek yerine, bizzat kendi kültürel alanında “içeri”den kılıç çekilmiş olunmaktadır. “Solcu film” kodlaması (bunu neden sorunlu bulduğumu aşağıda ifade etmeye çalışacağım), büyük bir gücün karşısında küçük bir grubun ‘bir takım değerler’ üzerinden direnmesinin anlamını tersine çevirerek, filmin taşıdığı ideolojik politik mesajların ihlaline yönelmekte ve böylece hegemonik söylemdeki çatlağı değerlendirmek istemektedir.

Filmin sembolik mesajlarının  göndermelerinin altüstedilebilirliği, biraz yakından bakınca ana hikayenin bu tersyüz edilebilirliği, her şey bir yana ideolojik hegemonyanın hiç de yalın kat bir bütünlük halinde olamayacağını açık ediyor aslında. Popüler kültürün “eleştirel düşünce” için önemi, yani onu “dışarı”dan reddetmemesinin ve çatlaklardan, yarıklardan giderek yol almasının önemi, hegemonyanın kadir-i mutlak bir yetkinlikten mahrum olmasıdır bir bakıma. Sineğin kanadından yağ çıkartmaya çalışmasa, Zizek’in şarşırtmacalarını bu noktada ne kadar övsek az olur.

Filmin ‘düz’ seyirlik açısından nasıl bir ideolojik kurguya sahip olduğu bloglaralemi dahil pek cok internet sayfasında dile getirilmiş, tartışılmış durumda. Bunların bir kısmı özellikle dolaysız politik mesajın anlaşılmasında önemli noktalara işaret ediyorlar, severek okuduğum yazılar oldu. “Oryantalizm” ve “batımerkezcilik” eleştirisi var en başta; filme buradan yaklaşmak oldukça basit bulunabilir, ya da Zizek’in kastettiği gibi bunların “liberal” tuzağa düştüğü söylenebilir, ama bir genelleme olarak böyle bir “liberal kodlaması”da saçmadır aslında. Bu yanıyla kültür endüstrisinin tipik ürünlerinden başka bir şey değil bu film çünkü. Hatta fazlasıyla kör gözüm parmağına misali salıyor ideolojik zokasını; Kral Leonidas’in sözlerinin Bush’un 11 Eylül sonrası konuşmalarına fazlasıyla denk geliyor olmasının sebebi  bu. Adorno yaşasaydı, bu film üzerinden rahatlıkla, kendi tezini doğrulayabilirdi; yani, ideolojinin yeniden üretimi ve yayılımı, verili zihniyet dünyasının yeniden üretiminin süreklileştirimesi noktasında sinemayı radikal bir şekilde reddedişini temellendirebilirdi. Böyle bir reddediş üzerinden konuşmak gerekmiyor bugün belki, ama bu alan üzerinde çarpışmanın bir kıymeti olacaksa bunun film kritiğinden ve alenen sallanan zokayla uğraşmaktan daha derin boyutları da olmalı diye düşünüyorum.

Zizek’in, “film eleştirisi”nden ibaret olmayan  hamlesini önemseyeceğimiz boyut burası. Ama Zizek’in işlemi de, hikayeyi bir solculuk versiyonuna çevirmekten ibaret, kahramanlarımızın aslında  “ilerlemeci solcular” olduğunu tespit ederek gardını alan bir yaklaşım bu. Bir adım ötesinde, ipin ucunu kaçırıyor Zizek; “liberal kodlaması”nın aşırı rahatlığına sığınmasından dolayı değil asıl olarak, kendi önermelerinin de hayli sorunlu bir takım tartışmalara bağlanabileceğini göz ardı etmesinden dolayı. “Liberal solcular tarafından neredeyse linç ediliyordum” sözü, işin bu yanının boğuntuya getirilmesi anlamına geliyor.” Oryantalizm”, “batımerkezcilik”vs.  “eleştirisi”nin liberallikle kaynaşması bir yönden aşikâr olabilir, fakat diğer yönden bir tür “imparatorlukuk” içinde yaşadığımız doğruysa, “liberaller” öyle diyor diye tek hamlede bu yöndeki eleştirinin üzerinden atlanıp geçilemeyecektir. Yani, bu “solcu film”in aynı zamanda bir “faşizan film” olmasının nedenlerini tam anlayamayız bu durumda. Filmin düz gönderimlerini es geçmek, politik mesajlarını geçiştirmek bu yoldan tümüyle olanaklı olmayacaktır, “solcu film” kodlamasıyla buna meyletmek safiyane bir tutumdur olsa olsa, fakat Zizek saf biri olmadığı için bunu Zizek’in kişisel şovuna ilişkin bir kışkırtma olarak düşünebiliriz daha çok -metamorfoza imkan veren bir kışkırtma. İyidir güzeldir bu fakat dönüp Zizek’in söylediklerine de yakından bakmamız gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.

“300 Spartalı” filminin ne söylediginin, neden öyle söyledediğinin üzerinden “solculuk” kodlamasıyla bir çırpıda atlayıp geçemeyiz. Zizek’in “filme yakından bakın” önerisi, tipik bir  Hollywood filmini anlam düzeyinde merkezsizleştirmeye yarıyor, ancak iş orada bitmemektedir.  “Liberal solcular”ın saldırısını kendini olumlamanın bir aracı haline getirmek kendi içinde bir tuzak barındırıyor, olumlamanın kendisine dönüp bakmamız gerekiyor tam da bu noktada. En solcu Zizek demekte bence bir sakınca yok, başka bir solcu Zizek’i liberal buluyorsa, ona da tamam en solcu sensin diyebiliriz aynı şekilde; ama mesele şu ki öne sürülen solculuk ne menem bir şeydir asıl oraya yakından bakmak icab ediyor. Zizek, filmin “yoz doğası”nı zaten bildiğini söylüyor arada, ama kendi “solcu okuması”nda bu önemsiz bir meseleye dönüşüyor. Bu noktada söylenebilecek şey, tam da filmi “solcu film” olarak kodladığı sırada söylediklerinin tartışmalı olduğudur. Yani,  Bülent Somay’a dönüp, “bununla ilgili bir sorunun var değil mi?” dediğinde verilecek cevap “evet bir sorun var” olabilir ancak.

Xermes

Bu noktada, sadece filme değil, Zizek’in söylediklerine de biraz daha yakından bakmak gerek. Nedir filmin yoz doğası ve solcu olduğunda tam olarak değişen şey nedir, Zizek ne diyor aslında? Nedir solcu film? Zizek’in metamorfozu sanki hikayenin temelini değiştirmiyor, aksine daha yüzeyde bir yerde, Kral Leonidis’i  ilerlemeye inanan “solcular” gibi düşündüğümüzde meselenin değişeceğini söylüyor. Barbarlığın karşısına sosyalizmi koyan bir model öneriliyor sanki. Zizek’in yorumu bu noktada,  Hegelci “tarih tasarımı” ile tamamen uyumludur. Bunların filmi “solcu film” yapmaya yettiğini kabul etsek bile, böylesi  bir solculuğun sorunsuzca benimsenebileceği anlamına gelmiyor bu. Kullanıla kullanıla anlamlarını ve bağlamlarını yitirmiş  “ilerleme” ve “özgürlük” gibi kavramlara atıfla işin içinde çıkıldığının düşünülmesi anlamlı olmayacaktır.

Bana kalırsa filmin en kötü yanlarından birisi de, cesaret, disiplin, fedakarlık, onur ve yiğitlik kavramlarının en kötü türde ideolojik sömürüsünü yaparak yol almasıdır, belirtmeden geçmeyeyim. Ne var bunda denecekse, bunların bu türden kullanımlarında ideolojik yozlaşmanın işaretleri olduklarını söyleyeyim. Her inancın “duygusal motivasyon”larını sağlayan niteliklerdir bunlar ve günümüzde “ideolojik körleştirme”nin kaynaklarını oluşturular. İdeoloji, onura ve disipline atıfla kendini doğrulamakla kalmaz, kendisinden duyulacak herhangi bir kuşkuyu da imkansız hale getirir. Bu duygulanımların insani niteliklerine sahip çıkılacaksa, en başta böylesi bir kullanımının engellenmesi zorunludur.   İnancın sağlamlığı ve doğruluğu, değerlerin değeri ve gücü taşıyıcılarının cesareti, yiğitlikleri ve onurlu kahramanlıklarıyla tescil edilir, oysa sorun olan şey bizzat tescillenen şeyin kendisidir. İster solculuk olsun ister başka bir şey, bir yanda cesaret, disiplin, onur, öte yanda vahşilik, ilkellik ve düzensizlik konulunca, denklemin niteliği değişmeyecektir aslında.

spartallilar2

İyi ile Kötü’yü, Uygar ile Barbar’ı ayıran çizgi, bu “değerler” ekseninde alındığında kendi başına bir sorundur kanımca. Mantığın düalist indirgemeciliğini bir yana bırakalım, terimlerinin her birinin ideolojik yüklemleri daha baştan bizi koşullamaktadır. “Ya barbarlık ya sosyalizm”in esas sorunu da belki burasıdır,  yani  “tarihin ilerleyişi”nin derin yapılarıyla hesaplaşması gereken yerde, diyalektik kaydırmacalarla özneyi değiştirerek ilerlemeyi üstlenmesidir. Buradan doğrudan Zizek’in “ilerlemeci solculuk” kodlanmasına bağlanmayayım, herhalde lafı nereye çektiğim anlaşılıyordur. Elbette olağan bir sohbet içinde Zizek’ten kazma kürek  uygarlığın arkeolojisine girişmesini beklemek abes olacaktır, ama gerçekleştirdiği kodlama meseleyi nasıl aldığına dair kimi ipuçları vermektedir de.

Ayrıca Zizek’in, genel olarak bahsettiğim ideolojik yapıya eyvallah demeyeceğine ikna olabiliriz, ama solculuk adına vurgusundaki iki nokta, yine de rahatsız edici durmaktadır kanımca: Birincisi, Badiou’ya atıfla yaptığı disiplin vurgusudur -(“ellerinde hiçbir şey olmayan yoksulların tek sahip olduğu şey disiplindir”).  Kafasının bir yanında, komünist partinin “çelik disiplini”ne atıfta bulunmak varsa bunda şaşılacak bir şey olmaz herhalde. İkincisi ise, “ilerlemeci solculuk”a yapılan vurgudur,  (-“Film onları kökten dinci olarak değil, ilerlemeci solcular olarak gösteriyor”).

İlerleme ve Özgürlük. Bunlar Aydınlanmacılığın “büyük kavramlar”ıdır nihayetinde, uğradıkları anlam bozulmaları ve kırılmalarından, tarihsel gerçekleşmelerinin tahrip edici sonuçlarından bağımsız alınamayacaklarsa bugün her kullanıma girdiklerinde, bir dizi tartışmayı da beraberinde getirdikleri açıktır. Anomalinin üzerinden atlayıp geçmek, atlayıp geçtiğini düşüneni yanıltır en başta.

Neyse! Neyse!

“300 Spartalı” hikayesinin tarihsel referanslarından da sözediliyor film üzerine yapılan değerlendirmelerde. Tarihde böyle bir olayın vuku bulmuş olup olmamasının  elbette önemi yok – çizgi romanın ve filmin kaynağında  “Termopil Savaşı“na işaret edilmiş olmasına rağmen.  Tarih bir anlatıdır (Ulus Baker’in Marx’a atfen söylediği gibi) ve anlatıdaki olayların mitleştirilmesinin gerçek karşılıkları “şimdiki zaman”dadir. Hikayenin bulunacağı tarihsel kaynak Heredot Tarihi’i ve Ksenophon’un Anabasis’idir. Ama önemli olan hikayenin mitik çatısı değil, bugünkü karşılığıdır asil olarak. Politik eleştiri bu söylemi “sökmek”le görevliyse, teorik eleştiri de daha öteye giderek bu söyleme kaynaklık eden tarihsel bilincin ve dilin söykütüğünü çıkarmaya yönelmek durumundadır.

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

7 Yanıt to “300 ‘solcu’ spartalı”

  1. Elestirel Gunluk Says:

    Offf ne kadar da abartili bir methiye diye dusundurttu bu yazi valla.

  2. togliatti Says:

    300 spartali piyasaya cikinca ben de Somay gibi tepki olarak yanindan gecmeyi, izlemeyi filan bile dusunmemistim. Zira yanimdaki amerikalilarin israrina ragmen boyle oldu bu, hatta cocugun biri CD vermisti izle diye, ona da hic bakmayip bir arkadasima hedıye etmistim. Bendeki fazla onyarginın sonucu, evet… Zizek’in filmi ovusune ben de bir yandan sasiriyorum bir yandan da “arada boyle sasirttigindan” pek sasirmiyorum…

    Yazinin sonunda gecen su cumle beni biraz kuskuya dusuruyor: “politik eleştiri bu söylemi ‘sökmek’le görevliyse, teorik eleştiri de daha öteye giderek bu söyleme kaynaklık eden tarihsel bilincin ve dilin söykütüğünü çıkarmaya yönelmek durumundadır.”

    Aslinda burada Zizek ve benim de destekledigim sey artik “sokmek”ten vazgecip, eylemek… Yani soyledigimizle “de” yapabilmek… Metinle oynamanin disindan metnin ideolojik ayaklarini durtmek, sarsmak… Sanki arayis bu. Zizek’in de bu film ozelinde hakli ya da haksiz oldugu yorumunu yapamayacagim cunku filmi dedigim gibi izlemedim ama niyet bu. Bu anlamda verdigim alintida senin onerinle Zizek’in yapmak istedigi arasinda ciddi bir ayrim var gibi geliyor bana. (Sen bu yapılmak ısteneni şöyle betimlemişsin: “Böylece, ideolojik hegemonyaya “dışarı”dan ateş etmek yerine, bizzat kendi kültürel alanında “içeri”den kılıç çkilmiş olunmaktadır.” )

    Asagidaki post’ta EG ile tartismamizda da bu var. Metinden tespit degil, metnin kendisini bozmakla ilgili bir derdim var kendi adima. Bir irkcinin cumlesinden irkci soz yakalamak yerine, irkcinin aptal cumleleriyle ozdeslesmek daha dogru olabilir mesela. Yorumcu aşağıdaki yazıda “cok kiro bir Tanri resmi cizilmis diyor” mesela, buradan “aaa evet kiro Tanri”, “aaah kurt cocugu Tanri”, “aaa Tanri Kürt’müş demekki”ye kadar gidilebilir. (Hemen şimdi aklıma gelen bir örnek bu!!!) Charlie Chaplin de çizdiği Hitler tiplemelerinde bunu yapmıyor mu bir bakıma? karşıdan gelen ideolojik saldırıyı altüst ancak böyle edilebilir.

    Senin bu yazı çok boyutlu ve zengin olduğundan, aşağıdaki yazıdaki yoruma da cevap vermemi sağlamış oldu bir bakıma. Eyvallah.

  3. orlando Says:

    Ben hala Zizek’in hangi akla hizmet “300 Spartalı” ile “Dövüş Klubü”nü solculuk etiketiyle aynı sepete koyabildiğini anlayamıyorum. Bu iki film tam karşıt yönlerde değiller mi?

  4. AYŞEGÜL Says:

    Konunun başka bir boyutu;ne kadar birbirleriyle etik olarak çelişkili
    yansıtsa da,özünde sessiz bir uyum,ittifak taşıması.Bunu gözardı ettiğimiz
    zaman çelişkinin tam da ortasında debeleniyor olacağımız gibi….Ayrıntı
    olarak ideolojinin zaferi ve bunun için ‘ işbirliği ‘ olgusu…Tanrı ile işbirliği
    neden olmasın ? ‘Revizyonist Solculuk’ kavramı biraz da bahsettiğimiz.

    Hoş,sizin konu analizlerinin devamlı takipcisiyim de biraz da ‘Tatar Ramazan’ ı ele alsanız:)

    Tolga ,ayırım filan yok,iyice oku yazıyı…

  5. Ömer Says:

    Tatar Ramazan yakışır Kaçak abime.. Ayşegül hanıma katılıyorum.

    ….

    Zizek’in 300 Spartalı yorumunu abartılı bulup beğenmeyenler için onun İsrail Eleştirisi’ni öneriyorum:

    http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=86752

  6. kacakkova Says:

    cümleten sagolun….
    zizek ve 300 spartali mevzusunu sündürmeyeyim daha fazla…

    su “kürt acilimi” mevzusu arada kaynamasin….
    mehmet ördekci’nin yazisi konuya iliskin bazi seyleri hatirlamak icin yararli olacaktir….”‘Mecliste Arbede’den ‘Kürt Açılımı’na:20 Yıl Önce, 20 Yıl Sonra” baslikli yazi, 12 eylül sonrasindan günümüze, sistemin kendi icinden meselenin gelis bicimini görmek icin faydali olabilecek bir yazi….

  7. matrushka Says:

    300 spartalıyı hangi yönlerden solcu saymış zizek?

Yorum bırakın