çiçek açmış genç kızların gölgesinde

by
les-demoiselles-davignon

picasso, avignonlu kadınlar

Feminizme gösterilen kimi tepkiler bana bir çok yönden ilginç geliyor. Bu tepkilerdeki dil ve kavramlaştırmalar bakımından özellikle (örneğin şu değerlendirmeye bkz.). Bunların önü ve ardıyla uğraşmak ve bu vesileyle feminizmin iç tartışmalarını açmak cazip bir konu olarak görünüyorsa da, her ayartının peşinden koşmak da doğru değil. Sonunda feminizm her bakımdan masaya yatırılması gereken düşünce ve haraket alanlarından birisi. Ciddi boyutları olan teorik ve politik tartışmaların önemli bir bölümünün arkasında feminist düşünürlerin olduğunu biliyoruz. Bunlar yalnızca feminizmi değil onun içine doğduğu modernliği de içerden yeniden sorunsallaştırmaktadirlar.

Gelen tepkilerin ortak bir yönü ise şu: “postmodernizm”  modernliğin yozlaşmasının doruk noktası olarak alınıyor önce ve bu sayede modernlik denilen şeyi derdest eden bir argümana dönüştürülüyor; feminizmin de moderniteyle birlikte doğan bir hareket olduğu söylendikten sonra zaten söylenecek bir şey kalmıyor geriye. Ortaya çıkıyor ki, feminizm olmasa “kadın” bir sorun olmayacak  ve dahası “cinsiyet” de sorun olmaktan çıkacak. Bu mantığın yanlışlığındaki şıklık, doğru/ya da doğruya “yakın” bir şey söylüyor olmasından kaynaklanıyor. Böylece bir şeyi sorun etmeyle sorun edilen şeyin kendisinin tarihi eşitleniyor cünkü, tek atisla bir kac hedef birden vuruluyor. Asıl sorun muhtemelen feminizmi konuşmadan önce, bu bakışın kendi temelci zihniyet biçiminde mevcut ve tepkiyi doğru bir şekilde değerlendirebilmek için oraya dönülmesi gerekiyor. Fakat, uzatmayayım.

Söylediğim gibi ben bu ayartının peşinde gitmeyeceğim şimdilik, aşağıda Butler’in iki cümlelik alıntısı üzerinde konuştuğumuz kimi şeyleri toparlamak ve böylece onun yaklaşımına dair küçük de olsa bir açıklık sağlamak için bir kaç satır daha eklemek istiyorum. Bence bu tartışmalarda en önemli mesele, “cinsiyet”in ve “beden”in politik bir sorun olarak anlaşılmasının es geçilmemesidir. Post-feministlerin, “kadın”ı, söyküğünü çıkarmaya yönelik arkeolojik okumayla sorunsallaştırmalarının boyutları da böylelikle ciddiye alınabilecektir.

Butler’in kitabının içerdiği tartışmaların başlıbaşına başka bir çok okumayla birlikte sürdürülmesi gerekir, şimdi her yönüyle ele almaya kalkışmayacağım elbette. Cinsiyet, cinsellik, özne ve siyaset, söylem ve hakikat meseleleri birbirine dolanarak  irdeleniyor, kendi okumalarımı fırsat buldukça başka değerlendirmelerle açmayi düşünüyorum,  ancak özne olarak kadınlar meselesinden şimdilik uzaklaşmayayım.

Judith Butler, Cinsiyet Belası’nda feminizm-içi giriştiği tartışmayı, “Cinsiyetin/Toplumsal Cinsiyetin/Arzunun Özneleri”nden işe başlayarak, yani  “feminizmin öznesi olarak ‘kadınlar’“dan yola çıkarak yürütmektedir. “Kadınlar” kategorisi üzerinden anlaşılan bir ortak “kimliğin” bulunduğu kabulu, canalıcı bir paradoks ve sorundur bu yaklaşımda. Ancak bu sorun “feminist hareket”te atlanarak, kadınların tümüyle ya da yeterince temsil edilmesini olanaklı kılan bir dilin  geliştirilmesini hedefleyen “temsili siyaset” düşüncesine bağlanır. Bu da karşılığını dar anlamda politik olarak “eşitlik” ve “özgürlük” talebinde bulur. Cinsiyetci bir toplumsal sistemde böyle bir politik refleksi yadsımak olanaklı değil elbette, ancak sorunun teorik ve politik olarak buraya indirgenmesinin ciddi sıkıntıları var.

Butler her şeyden önce, açıkca çok görünür olmayan bu sıkıntıları tartışmaya açıyor.Buradaki sorun, içerdiği önkabuller dolayısıyla hem siyaset hem de temsil kavramlarının tartışmalı nitelikleri değil yalnızca, daha da ötesinde “kadınlar öznesi”nin sahip olduğu konumlanışla da ilgilidir.

“Son zamanlarda feminist kuram ile siyaset arasındaki ilişkinin ne olduğuna dair bu yaygın anlayışa feminist söylem içinden meydan okunuyor. Kadınlar öznesinin kendisi artık istikrarlı ve kalıcı bir şey olarak anlaşılmıyor. “Özne”nin temsil edilecek nihai şey olarak, hatta özgürleşmenin nihai adayı olarak geçerliliğini sorgulayan pek çok yaklaşım var. Üstelik kadınlar kategorisini neyin oluşturduğu ya da oluşturması gerektiği konusunda görüşler muhtelif. Siyasi ve dilsel “temsil” alanları, özneleri oluşturup biçimlendiren kriteri baştan belirliyor; bunun sonucunda temsil yalnızca özne olarak tanınabilene bahşediliyor. Bir başka değişle, temsile kavuşabilmek için öncelikle özne olmanın gerekleri yerine yerine getirilmeli.”

Bu tartışmanın Foucaultcu “hukuki iktidar” nosyonu üzerinden yürütülmesi, yani temsil ettikleri özneleri üreten mekanizmaya atfen tartışılması, aslında feminizmle sınırlı olmayan bir kuramsal tartışma düzlemine sahip. Siyaset felsefesinin kavramlarını yeniden tartışmaya açan noktalardan birisidir bu. Ancak konudan uzaklaşmayayım. Buna göre, örneğin, “feminist özne, kurtuluşunu kolaylaştıracağı düşünülen siyasi sitemin ta kendisi tarafından kurulmuştur” der Butler. “Kadın kimliği” üzerinden veri alınan “feminist özne” her şeyden önce bundan dolayı, feminist temsil siyasetinin temeli olmamalıdır.

Butler, kitabının genelinde feminist düşüncenin ve siyasal hareketin varsayımlarını ve önkabullerini tartışmaya açarken, bir bakıma hepsinin temeli olan ‘kadın’ kategorisiyle başlıyor işe bu sebepten. “Kadın özne”nin teorik ve politik geçerliliğini sorgularken, “kadın”a atfedilen cinsiyetin hangi “kurucu pratikler“in ürünü olduğuna işaret ediyor. “Kadına özgü vasıflar”ın nasıl “doğallaştırıldığı”nın ve böylece “tarihselleştirildiği”nin anlaşılması için en önemli noktadır burası. Butler bu noktada cinsiyet/toplumsal cinsiyet ayrımını da yerinden eder; birinciyi biyolojik/doğal, ikinciyi kültürel/söylemsel olana bağlayan ikici sistemi tartışmaya sokar.

Bu müdahalenin, “kadın”ın konumlandırıldığı yeri sorunsallaştırması kaçınılmazdır. “Heteroseksist matris”in belirlediği bu yer, kendi başına orada konumlandırılanı özne olarak alabileceğimiz bir yer değildir; çünkü bu özne verili halde içine doğduğu matrisin yeniden üreticisidir aynı zamanda. Bu yaklaşımın Foucaultcu özne-iktidar-temsil yaklaşımıyla ilgisi açık olsa gerek: İktidar öznenin özne olmasını mümkün kılar ve dahası kendisi de bu öznelerin taşıyıcılığı sayesinde gerçekleşir.

Butler’in geleneksel feminist yaklaşımdaki „kadın özne“ye itirazı öte yandan Lacancı psikanaliz ve Derridacı yapıbozum anlayışlarıyla da ilişkilidir; cinsiyet-toplumsal cinsiyet ayrımı tartışılırken ‘kadın’ı sabit ve yasa-öncesi bir doğallık halinde alan, ‘biyolojik cinsiyet’ ve ‘cinsel fark’ yaklaşımına itirazlarında psikanalitik ve yapıbozumcu okuma girişimi görülüyor. Ancak  daha öncesinde bu tartışmaların Simone de Beauvoir, İrigaray, Kristeva, Witting dolayımında yürütüldüğünü söylemek gerek. “Kadın doğulmaz kadın olunur” (Beauvoir), “kadının cinsiyeti yoktur“(İrigaray), “Doğrusu ‘kadınların’ var olduğu söylenemez“(Kristeva), “Cinsiyet kategorisi, toplumu heteroseksüel olarak kuran siyasal bir kategoridir“(Witting)  türünde önermeler, Foucault’nun, Lacan’ın Derrida’nın eleştirel okunmasıyla yeniden değerlendiriliyor. Bu değerlendirmenin, “cinsiyet” başta olmak üzere, bütün bir teorik  zemini, temel kategorileri ve kavramsal ikilikleriyle yerinden etmeye, bağlamları yeniden tartışmaya açmaya yöneldiğini söyleyebiliriz.

Böylece, Foucaultcu “iktidar” ve “beden” anlayışının, Lacancı “yasa” kavramının oldukca inceltilmiş (ya da farklı mı demeli?) bir yorumuyla, cinsiyetle iktidar, psikanalizle politika arasında kurulabilecek bir tür ilişkilenmenin örneğini görüyoruz.

Butler, “kadınlar” kategorisinin tutarlı ve istikrarli bir kimlik olarak alınmasının yanlışlığını tartışmaya açarken, bunun özellikle toplumsal cinsiyet ilişkilerinin düzleştirilmesi ve dahası şeyleştirilmesi anlamına gelip gelmediğine işaret eder.  Böyle bir şey elbette feminist düşüncenin temel itirazları açısından zıt bir durumdur, o halde feminist düşünce sabit bir kimlik olarak “kadınlar”ı özne halinde temsilleştirmenin ötesinde, “kadın” kavramının söykütüğünü çıkarmayı öngörmelidir.

Feminist eleştiri, dil ve siyaset içinde kadınların nasıl daha fazla ve etraflı bir biçimde temsil edileceklerini sorgulamaktan ibaret bir yaklaşımla kendini sınırlandırmaz. Aksine, eğer dikkate alınacaksa, veri aldığı “özne”nin hangi iktidar yapıları tarfından nasıl üretilip kısıtlandığına dair bir kavrayışı sürekli canlı tutmalıdır. Bu noktada Butler feminizmin evrensel bir temele sahip olmak zorunluluğunu tartışmalı kılar. “Evrensel ataerki” iddiasını, “evrensel kadınlar”  kategorisi gibi sorunlu yaklaşımlar olarak işaret eder. Bunlardan birinciyi göstermenin kısmen kolay, fakat “kadınlar” mefhumunu yerinden etmenin hiç de kolay olmadığını belirtir. Oysa böyle bir evrensel temel iddiasından vazgeçmek, “dişil olan”ın özgüllüğünün bağlamından koparılmadan, yani sınıfsal, ırksal, etnik, tarihsel vb. tüm iktidar ilişkileri eksenlerinde dikkate alınarak değerlendirilmesi imkanını sunabilir yalnızca.

Böylece sanıyorum Butler’in neden paradoksal görünen bir önermeyle, “temsil”in ancak “kadınlar öznesi” hiç bir şekilde varsayılmadığında feminizm için anlamlı hale geleceğini söylediğini anlayabiliriz. Elbette „kadınlar“ kategorisi cinsiyet ayrımcılığı ve eşitsizliği karşısında, modern bir hareket olarak feminizmin doğuşunda ve gelişmesinde önemli bir rol oynar; “esit haklar” ve “özgürlük” talebi üzerinden yürütülen siyasal eylemliliği mümkün kılar. Cinsiyetci sistemin ikincilleştirdiği bir “cins”in eşitlik ve özgürlük üzerinden politikleştirilmesini sağlamada önemli bir rol oynaması sözkonusudur. Yine de, bu politikleşmenin kendisi bir çok yönüyle modernliğin tartışmalı niteliklerinin bir semptomu olmaktan kurtulamaz. “Post-feminizm“ler, benim anladığım haliyle, her şeyden önce bu nedenle feminizmin kuramsal ve politik önvarsayımlarını tartışmaya açarlar; bu noktada, bu tartışmanın feminizmin kendisiyle sınırlı kalmayan bir kuramsal eleştiriye bağlı olduğunu da söyleyebiliriz.

“Önümüzdeki siyasi görev temsili siyaseti reddetmek değil elbette –sanki reddebilirmişiz gibi. Dilin ve siyasetin hukiki yapıları günümüzdeki iktidar alanını kuruyor; dolayısıyla bu alanın dışında yer alan herhangi bir konum yok, yalnızca alanın kendi meşrulaştırıcı pratiklerinin eleştirel bir soykütüğünü çıkarmak mümkün. Bu anlamda eleştirinin çıkış noktası, Marx’ın değişiyle tarihsel şimdi’dir. Yapmamız gereken şey ise, çağdaş hukuki yapıların doğurduğu, doğallaştırdığı ve hareketsizleştirdiği kimlik kategorilerinin bir eleştirisini bu kurulu çerçeve içinde geliştirmektir” diyor Butler.

Anlaşılacağı üzere, Butler, dilin ve siyasetin dışarısı olmadığından hareketle bunların yadsınmasını önermemektedir; aksine, bu zeminde kurulan iktidar alanındaki özne konumlarının  söykütügünün deşifre edilmesini içeren bir siyasallaşma önerilmektedir. Buna göre, örnegin politik bir sorun olarak cinsiyetin ve onu varkılan derinlere gömülmüş „heteroseksüel matris“in sorunsallaştırılması teorik-politik bir zorunluluktur. Temsili siyaset,  dolayısıyla, “kimliğin ontolojik inşalarını radikal bir biçimde yeniden düşünmek“ten hareket etmek durumundadır.

4 Yanıt to “çiçek açmış genç kızların gölgesinde”

  1. feelozof Says:

    var yaaa, bu entelektüalize etmek harbiden kafa karıştırıcı, önce metni çözmen gerekiyor, ben bi okumada çözemedim, sonra bunların basit ifadesi yok mudur, psot-modernist feministlerin kadının cinselliği üzerinden yürüttükleri bir bakış açısı var, eh erkek iktidarla güçle meydane çıkınca, kadın da güçle karşısında yer almaya çalışıyor, bu güç de nedir cinselliği, bi de illa son fikirler en iyi fikirler olacak, valla aleviler bi kadınla bir erkeği yanyana yatırıyolarmış, üzerine de yorgan örtüyolarmış, bu iki kişi de birbirine ilişmiyomuş, insanda buluşmak,,,
    bi de bu kimlik, benlik felan modern güvence mekanizmaları gibi, içinde güvenle eşelenebileceğin sabitlik içermesi de imkansız olan bir şey, yine alevilerden arakliim, kurban keserken üç ayağı bağlıyorlar, bir ayağı kaldırıyolar, bu da benliğin kaldırılması anlamına geliyor, biz ters tarafa meyil ettik, sonra da yok ego, yok mülkiyet bi sürü ıvız zıvır, postlar tam uç (otuzbeşine kadar hehe) bir de temsil ettiklerini söyledikleri kitle hep belirli bir azınlık, beyaz, hallice, güzelce, batılıca bi kısım, evrensellik iddialarından derhal vazgeçmek gerekiyor, bizim de kendi toplumumuza bakmamız lazım (gibi gibi ve ve gibi)
    temsili siyaset de reddedilmelidir-tamamen sakat bi mantık-kim kimi hangi hakla temsil edebilir-müdahale mantığına da karşıyım-
    ah keşke koklaşa koklaşa anlaşabilseydik, yemin ediyorum o kokular sözcüklerden daha fazla şey anlatıyor (bugün- anti-kültürcüyüm))

  2. y.mert Says:

    feminizm batının bir ürünü,batı,kendisini yok edecek söylemlere yer vermez,oyalamanın parçaya bölmenin taktiğiyle bireyleri işte böyle düşürür,kimi butler diye tapını,kimi de yanlıştır der.batıda en özgür kadın bile tutsaktır,keni içinde tutsaktır,tutsak oldugunu bilmediği için daha çok tutsaktır,felsefenin kadına söylemi çok daha farklıdır,postmornist felsefecilerin pencerseindene bakılan kadına butler çözüm değüildir,söylemleri de kendi cografyasının ürünüdür,yani kült falan da değildir eseri,bunu böyle sanmak da önce felsefeye sonara da inanların kendilerine ihanettir.butler kadına böyle bakıyor ve ben de inanıyorum demek burjuvazinin ideologlarını da içselleştirmeyi meşrulaştırırkadını unproduktive olarak gören batı ve onun ideologlarıasla çözüm değildir,yüzyıllardır da olamadılar,ürettikleri felsefe de bunu başaramadı,
    benim anlatamadıgım ya da sizin de anlayamadıgınız sayınkaçakova tarihe farklı bakıyoruz,boşverin kadını olur mu?siz butlere tapının bense marxı okuyayım,bir de şu kitap iyidir:”kadın ve aile”marks-engels-lenin in bakışı da okunmalı,

  3. kacakkova Says:

    bakiniz feelozof kardesim koklasa koklasa anlasabilseydik keske simdi bunlari konusmuyor olacaktik ne güzel….y.mert ile gül gibi gecinip gidecektik….misal disi, kadin olmayacakti o vakit, batida kadini alip tutsak edemeyecekti, dünyanin her kösesi cennet dogu gibi olacakti….tarihe farkli bakmayacaktik, tarih de olmayacakti zira…..cabuk unutacaktik…..caaanim butler’de butler olmayacakti…..olmayana ergi yöntemiyle diyecek olursak, ben de batinin tuzagina düsmemis olacaktim….bu arada kafama bi sey takildi sayin y.mert, af buyurun…..sakallilarin bakisindan kadini okuyup anlamak tamam da, acaba diyorum bu marks, engels, lenin dogunun neresindenler…..kadina dogunun neresinden bakmislar….acaba, yani…

  4. devran Says:

    peki radikal feministler , kadınveerkek türünü bir bütün olarak ortadan kaldırıp, cinsiyetsiz bir toplum kurabilecek bir düğmeye sahip olsalardı kullanırlar mıydı, ben kullanmazlardı diye düşünüyorum.

    Biyolojik yaklaşıma varsa da , bu bir evrim sürecidir. Eğer birgün cinsiyetsiz – cinsiyet üstü bir canlı olacaksak -virüsler gibi- bu daha “mutlu” bir dünyayı işaret etmiyor bence.

Yorum bırakın