düşmanım düşmansın düşman

by

modernizm ile postmodernizm arasındaki farkları belirtirken işaret edilen noktalardan biri, kesinlik ile kesinsizlik arasındaki farktır. “modernite” bir kesinlikler çağıysa, “postmodernite” bir kesizsizlik ya da belirsizlik durumudur. paradoksal bir şekilde bu ayrım aslında postmodernin neden modern içinde yer aldığını da gösterir; çünkü, tarihsel bir sınırda kesinlik bitip kesinsizlik başlamıyordur aslında. marx’ın, katı olan her şey buharlaşıyor dediği şeyde açıkca vardır kesinsizlik düşüncesi ve bu düşünce moderniteye aittir her şeyden önce. bununla birlikte, postmodern ile modern arasındaki fark olarak kesinsizlik ayrımını gözardı etmek olanaklı değildir yine de. bu kesinsizlik durumu bütün düşünce ve kavrayış biçimlerini etkilemektedir. kavramlar ve zihniyet yapılarını da. kelimeler ve taşıdıkları anlamların alt-üstoluşu, belirsizliğin içinde sürekli yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmaları kaçınılmaz oluyor (modern ile postmodern arasındaki ilişki bağlamında, zygmunt bauman’ın, postmodernliği, “kendi için modernlik” olarak tanımlaması bu noktada önemli görünüyor). bunlara bağlı olarak, kesin ilkeler ve rayonel hakikatler olarak belirlenmiş bir şekilde düşünceyi ifade eden dil ile, elbette belirsizliği üstlenen, yani aşkın bir gösterenin yokluğu”nda(derrida) ve “yüzergezer göstergeler”(laclau/mouffeu) evreninde olan bitenleri yeniden değerlendirmek zorunda olan düşüncenin dili temel bir ayrıma sahiptir. modernitenin dili şüpheden arınmanın dilidir. postmodernitenin dili ise kuşkunun. bu durum ilkinin kabul edilir ve ikincisinin reddedilmesi gereken bir şey olarak anlaşılabileceği anlamına gelmiyor. keşke öyle olsaydı, ve fakat iyi ki de öyle değil! modernite içinden çıkıp gelen muhalif söylemlerin savunmacı refleksleri, genelde postmodern belirsizliği ideolojik bir bulanıklık olarak okumak ve yadsımak eğiliminde. yani dünyayı yeniden kesin formüllere dökme ve kendi konumlarını kabul edilir kılacak bir kesinliğe büründürme arayışı sözkonusu. oysa postmodern durum, kısaca, bir kesinsizlikler çağıdır. ve bunun içinden yol alınacaktır alınacaksa.

bunları kabaca belirtmemim nedeni, eleştirel günlük’te sorulan “kimdir düşman sahi?” sorusuna eklediğim yoruma bir açıklık sağlamaktır. “keşke siyah beyaz bir dünyada olsaydık” diye başlayan yazı, “düşman”ı belirleme çabasıyla devam ediyor ve sonunda, “hadi taa en başından başlayalım, kimdir sahi düşman sorusuyla bitiyor“. düşmanı tanımlamak konusunda bir kaygı var yazıda, baştaki soruya dönerek sonlanmasının sebebi bu. önemli olduğunu düşünüyorum bu kaygının. orada yazdıklarımı okuyunca, söyledikleirmin ifade bozukluklarıyla dolu olduğunu gördüm. onları bir düzelteyim, hadi başlamışken bir iki de ek yapayım derken baktım duramıyorum! bari iyice belirginleştireyim söylemek istediklerimi dedim. ne mümkün? bu yazı kısacası, düşman kimdir yazsıyla girilen diyalog girişimidir. yer yer kendi kendime konuşuyor gibi görünmeme bakılmaya!

yukarıdaki paragraf ile sözkonusu yazı arasında bağlantıyı kurmak için şuradan başlayacağım: kelimeleri ve kavramları eski apaçıklıklarına ulaştırmak olanaklı değildir, kafa karışıklığının ve kavram kargaşasının “ontolojik” bir temeli vardır. bu durum, önceki kavramsal kesinliklerin ve kafa netliklerinin tercih edilir olduğu anlamına gelmiyor. hatta asıl sorunun o netlik ve kesinlik sanısı olduğunu söylemek isterim. postmodernite denilen şey her şeyden önce bir “anlam ve inanç krizi” olarak ortaya çıkmıştır ve bunun dildeki yansısı apaçık kelimelerin ve kavramsal kesinliklerin altüst olmasıdır: özne, iktidar, merkez, hakikat, gerçek, toplum vs. bir ton liste çıkarabiliriz! bu altüst oluştan kendi kesinliğini sürdürerek çıkan bir kavram kalmadı. postmodern durum içinde, düşünce, belirsizliği ya da başka bir değişle kesinsizliği üstlenmek durumundadır. siyasal düzlemde, teorik düzlemde, ya da etik alanında düşünce kesinsizliğin yarattığı anaforlarla karşılaşmak durumundadır. (öte yandan”postmoderliğin hoşnutsuzlukları”nın ve postmodernliğe karşı hoşnutsuzlukların artık tamamen belirginleşmeye başladığını da saptayabiliriz geçerken. sorular soran ama cevap üretiminde yetersiz kalan postmodern düşünce, cevaplarının apaçıklığı ile öne çıkan modern düşüncenin ve onda temellenen öğretilerin yeniden seslerini gürleştirmeleriyle hırpalanıyor çoktandır. düşünce tarihinde analoji kurulacak pek çok dönem var böyle. bu gelen süreç ifadesini nasıl bulacak emin değilim, ama modernin geri dönüşünden daha çok post-post-modern bir yöne gidildiğini söylemek mümkün!).

kimdir düşman sahi? sorusu, bana bir yandan da foucault’nun iktidar sorusunu hatırlatıyor -aynı şekilde özne, hakikat vs.de hatırlanabilir. eskiden yani her şeyin apaçık görüldüğü ve anlaşıldığı, sonra bilenlerin bu görülüp apaçık anlaşılan şeyleri hala anlamayanlara anlatıp onları bilinçlendirdikleri zamanlarda, en az iktidarın ne olduğu, nerede olduğu kadar açık bir meseleydi düşmanın tanımlanması -iki sınıf, iki yol, iki irade, iki çizgi, iki bilinç, iki gerçek, iki hakikat vardı! işler kolaydı dolayısıyla. çizgiler bu kadar kesinken elbette, yapılması gereken fabrikaların, tarlaların, siyasi iktidarın, her şeyin “düşman”dan alınıp, “dostlar”ın olmasını sağlamaktı. sadece aydınlanmacılığın burjuva yorumunun değil, bu türden mualif yorumlarının sahip oldukları bu düşünce biçimi de aynı sorunla başbaşadır. foucault’dan sonra iktidar sorusunun nasıl değiştiği malum. aynı şey “düşman” bahsi içinde geçerlidir. düşman, halihazırda ve nihai anlamda bir sınır çekip işaret edebileceğimiz bir yerde değildir. evet belirli bir anda ve bağlamda, düşmanı belirleyebiliriz, ama bu düşman kimdir sorusunu kesin bir hükme bağlayacağımız anlamına gelmiyor. dahası belirli bir anda ve bağlamda bile, düşmanı belirleme konusu her zaman şüpheyle karşılanması gereken bir hamledir. çünkü sorun “düşman söyleminin yapısı”ndadır bizzat. bu türden bir hüküm girişimi, çizginin berisinde durmadan “düşman üretimini sistematikleştirmek”ten başka bir işe yaramamıştır. düşman kavramının içerdiği, tarihsel olarak da trajik sonuçlarıyla bildiğimiz tehlikeli anlam boyutlarını hatırlamak gerektir burada. kendini “düşman”a göre ve dahası “düşman”a karşı aldığı pozisyona göre tarifleyen her türden karşı-konumlanış, daha baştan itibaren “etik”-dışıdır. bu nedenle, kimdir düşman sorusu, “düşman söylemi”nin bu boyutu gözardı edildiği sürece sorulmamalıdır. mungan’in “imagine” şiirinin önemi bıurada ortaya çıkıyor knaımca. çünkü, herkesin en cok düşmanına benzediği bu dünyada, “ne eksik bizde ne de fazla”dır. düsman kimdir sorusuna cevap vermenin etik ve teorik boyutlarını göstermektedir bu. “düşman söylemi” en iyi halde bile, yani en kesin durumda bile şüpheyle karşılanması gerekir. her zaman taa en başa dönülecektir çünkü;

“kimdir düşman sahi?”

buna cevap vermenin biri kolay digeri zor iki yolu var! bu yollardan hangisini tercih ettiğinize göre “modern” ya da “postmodern” olacaksınızdır. kolay yol, düsmani “dışarı”da arayip hemencecik bulmaktır! çektiğin çizgiye göre, vatan düşmanlarını, devlet düşmanlarını, devrim düşmanlarını her zaman bulman kolaydır. işaret edersin, aha dersin düşman, sonra “ya şehit olursun ya gazi”. o sıra “iceri”de de düşmanlar vardır kesinlikle ama onların da “kökü dışarıda“dır. “düşmanının düşmanı” zaman zaman dostun olabilir, işin doğası gereği. düşman söylemiyle son derece tutarlıdır bu durum. zor olan yolda ise, düşman bir bakıma her yerdedir ve tam da bundan dolayı hiçbir yerde. görünür ve görünmez arasında bir yerdedir. “düşman söylemi”ni tehlikeli kılan tam da bu ara bölgedeki konumlanışı gözardı ediyor oluşudur. kıymeti kendinden menkul bir kesinlikle “dışarı”da ve “içeri”de düşman üretmek belirli bir varolma biçimine denk düşüyor. sorunun kaynaklarından birisi tam da bu varolma biçiminin talep ettiği ve her zaman sahip olduğunu varsaydığı kesinlik arzusudur. bundan dolayı belkide “düşman kimdir” sorusunu bırakmak ve “düşman söylemi”nden vazgeçmek gerektir. bu söylemin sorunu çünkü, düşmanın kim olduğu meselesi değildir gerçekte, kendine biçtiği anlamdır. düşüncenin görevi, kesinsizliğin azabını üstlenmekse, işe kendi “imagine”sinden başlamak zorundadır her seferinde.

5 Yanıt to “düşmanım düşmansın düşman”

  1. Beautiful Disaster Says:

    kusku, suphe ve kesinsizlik, dusman soylemine hayli yakisiyor olsa da her seferinde bas’a donmek zor oluyor. madem ki dusmanimiza benziyoruz, kimsin demekten ziyade sanirim kendimizi kabullenmeli, yan yana yurumeli (?). bu da gayet zor gibi. dedigin gibi kesinsizligin azabini ustlenmek, nedense daha kolay geliyor. bilemedim.

  2. tolga Says:

    Great post! Yazi cok iyi olmus, eline saglik.

    Ben dusman soyleminden vazgecmeye supheyle yaklasiyorum. tabii yazida acikca ortaya koyulan belirsizligi de asla devre disi birakmadan. Ice donuk savasim, mesela Stalinist partilerin yaptigi seylerden biridir (Zizek’de bir kitabinda “partinin kendini intihari” adli bir bolumde bahsediyordu bundan), oyle Stalinistlikle postmodernizm arasinda o kadar da buyuk bir ucurum yok! Aktorler yerine genel “durum”u anlamaya calismayi ben de ozellikle bu zamanlarda oncelige vermek gerektigini dusunuyorum.

    Dun Paulo Virno’nun Grammar of the Multitude‘unu okumaya calisiyordum. Orada da, “korkulacak yer” (dread) ve “guvende kalacak yer” (refuge) -iyi cevirmeyi beceremedim sabah sabah kusuruma bakmayin- arasindaki ayrimin nasil ortadan kalktigindan bahsediyordu. Kantci yaklasima gore “Dunyadaki tehlikeden uzak durmak icin ne yaparim” sorusunda verilen cevap “Devlet ya da duzen” iken ve “kendimdeki guvensizligi, endiseyi kapatmak icin ne yaparim” sorusuna verilen cevap ise bir Yuce (Sublime) yaratmak olarak kabul ediliyor genel olarak. Virno’nun dedigi sorunun cevabi bugun bu kadar basit olmadigi. Artik dunyadaki dissal tehlikeyi, beni yokedebilecek disarikligi ve icimdeki dunyaya atilmisliktan (Heidegger) kaynakli endiseyi yoketmenin yollarindaki ayrilik ortadan kalkiyor. Bundan Yuce (yani yazinda senin din dedigin, inanc dedigin, ideoloji dediginle temsil edilbilecek olan Yuce) modern anlamini yitirmeye basliyor; disarida verdigim mucadele icimdekine de bir cevap olabilir bu halde ya da vice versa.

    Problem yani Multitido’nun (Coklugun) problemi asmasi ancak Coklu olmasiyla, icinde farki barindirmasiyla mumkun ama savasimi saglamasi icinde “Bir” ol(abil)masi gerekiyor. Iste bunun ikiligi nasil kurulabilir, ya da arada Coklulukla Tek arasindaki kisa devre nasil kurulabilir, bana siyasi acidan cevap aranacak problem bu gibi geliyor. Bunu yapmak zor ama, eski kliselere donup sahte dusmanlar yaratmaktan ve kendimizi kandirmaktansa, zor olan uzerinde mucadele etmek, mucadele etmeye deger olan tek sey kanimca.

  3. kacakkova Says:

    beautiful d.
    kesinsizligin azabini üstlenmek kolay midir, ben de bilemedim….

    tolga

    virno”yu hic okumadim, türkce kitaplari var mi onuda bilmiyorum….cokluk cizgisinde saniyorum kuramsal yöne daha agirlik veren birisi…..aktardigin degerlendirmesi ilginc ve mühim görünüyor….disarinin tehdidi ile icerinin endisesinin nasil icice gectigini düsünmek ilginc noktalara gidecektir sanirim….öte yandan, yüce”nin modern anlaminin yitmesi de dogru bir saptama olsa gerek, ama yüce”ye duyulan talebin pek yittigi söylenemez yine de….modern postmodedern tartismasinin baska boyutlarina aciliyor burasi…
    siyasi düzlemde cevap aranacak sorun, hem düsman bahsi hem de daha genel meseleler acisindan bu dedigin sorundur, haklisin….belirli an’larda bu ikilik kuruluyordur da muhtemlen….ama öte yandan, her an’da görünür olandan daha fazla sorun vardir…dolayisiyla her analizde siyasal düzlemin ötesinde kalan (icinde olsa bile ötesinde kalan) kismi mutlaka hatirda tutmak gerektir….”düsman söylemi”ni kullanan projeler, anlatmaya calistigim baglamda, bu sorunlari es geciyorlar….”sosyalist anavatanin savunulmasi” fikri böyledir mesela….bu fikirdeki mantiklastirma bicimi, her devrimci ortamda uygulanmistir, uygulanmaktadir….eger virno”dan aktardigin düsüncenin haklilik payi varsa, yani iceri ile disarinin meseleleri birbirine bu sekilde gecmisse, artik o bildik “mualif” söylemlere prim vermeye olanak yoktur….cokluk fikri ve fiiliyati bu sorunlara ne derece cözümler sunuyor bilmiyorum….ama o bildik söylemlere tamah etmemeleri bile kiymetlidir bu tür zorluklari üstlenenlerin….

  4. kacakkova Says:

    elestirel günlük‘te konuya moderniteyi olumlayan bir noktadan kalkilarak karsilik verildi, buyurun.

    yukaridaki kendi yaklasimimla aradaki farki/karsitligi gösteren asli noktalardan birini kisaca aktarayim bu yazidan:

    “Kabaca söylersek moderniteyi modernite yapan ne bilimsel yöntem olumsuzlanmıştır ne de akıl. Belki modernitenin eleştirilmesi gereken (yöntemsel olarak) tek yanı sezgi, duygu, heyecan ve benzeri “ölçmeye gelmeyen” (biliş-dışı) şeylere yeterince değer vermeyişidir. Ki bu da anlaşılır bir şeydir. Ayrıca doğa biliminin dışındaki alanlarda (niteliksel araştırmalar) biliş-dışı (non-cognition) veriler de kayda değer sayılmaya başlamıştır. Postmodernite, bu nedenle, bana modernitenin eleştirisi değil de kapitalist totaliter yönetimin “repressive tolerance” yöntemlerinden biri gibi geliyor. Bruner’di sanırım; şöyle diyordu “Beyaz adam ne zamanki bilgiyi belirleyemez oldu, bilgi bilinemez demeye başladı”. Postmoderniteyi de böyle anlıyorum ben. Postmodernitenin en çok dinci ve metafiziksel ideolojileri güçlendirmesi de bunu desteklemektedir aslında.”

  5. kacakkova Says:

    eleştirel günlük konuya ek yapmış, yazının tamamına buradan bkz:

    “Düşman terimi ve onun anlamsal içeriği egemen kültürce belirlenmektedir. Eğer ezilen ezenin düşman terimini kullanarak ezeni tanımlama çabasına girdiğinde ezenin o terimi yapısallaştırmasından daha farklı bir biçımde yapısallaştırmıyorsa bir kısır dőngünün içine düşmemek pek olası gőrülmemektedir. O halde ezen ezenin düşman teriminin analizine yeltenmelidir. Őrenğin egemen anlamdaki Düşman terimine baktığımızda ilk elden gőrüyoruz ki: düşman tarihsel içeriğinden soyutlanmış. Isimden çok sıfat halini almıştır. Egemen anlayışa aykırı olan ne varsa onu tanımlamaktadır.”

Yorum bırakın