başlangıcın sonu

by

Ölüm korkusunun kültürü ve uygarlığı belirlediğinden söz edebiliriz. Olumsuz bir belirlenimdir bu; doğanın olumsuzlanmasıyla insan ikinci bir doğa (kültür) yaratır. Sonlu varlığın sonsuzluk arzusuna uyarlanmış bir hayatın koşulu olarak ölümün değil ama ölümlülüğün, yani geçiciliğin yadsınmasıdır. Bunun bedeli, bastırma mekanizmasının işleyişi gereği ölüm korkusunun bilinçdışı bir korkuya dönüşmesidir.

İdeolojinin -ister mitolojik/dinsel, ister seküler/bilimsel olsun- dayanağı bu kökensel yabancılaşmadır. Faniliğin reddi: İçine doğduğumuz ve kim olduğumuzu bildiğimiz “anlam haritaları”nın esas işlevi de burada ortaya çıkıyor. Bastırılanın ve dahası bizzat bastırmanın unutulmasıdır söz konusu olan, yani hayatın yeniden üretiminin ve sürekliliğin ancak böylesi bir kör nokta dolayımında sağlanmasıdır.

Hayatta kalma ilkesi böylece insanı diğer hayvanlardan ayıran, insanın kendi hayvan-oluşunu yadsıdığı, yok saymak ve kurtulmak istediği bir yıkım ilkesi haline gelir. Doğa, alt edilmesi gereken, kendiliğinden insan ihtiyaçlarına uyarlı bir hammadde kaynağına dönüşür. Kendi içindeki eşitsizliklerle birlikte uygarlık tarihinin aynı zamanda doğanın talan ve tahribat tarihine dönüşmesi de, bu her şeye nüfuz eden yıkıcılığın bir öz-yıkım ilkesi olmasındandır.

Kapitalizmin başarısı addedilen şey burada ortaya çıkar. Yıkıcılık, kapitalizmde sanki doğal anlamına kavuşmuş gibidir. Diğer toplumsal yaşam biçimlerinden farklı olarak kapitalizm, sürekli yeniden uyarlanabilir, krizleri aşabilir. Korona virüsünün ortaya çıkışı, tam da bu noktada bir büyübozumu anlamına geliyor, mevcut dünya resminin bütünsel olarak ve temel saikleri itibariyle sekteye uğraması söz konusudur çünkü. Elbette, fiili olarak insanlığı varlık-yokluk noktasında tehdit eden bir salgından söz etmiyoruz henüz. Ama salgının küresel tehditkarlığı -tam da bugünkü küresel insani dünyanın bir sonucu olarak- kökensel yabancılaşmada unutulanları tetikliyor, anlam dünyamızın güvenilirliğini sarsıyor. Önceki krizlerden, savaşlardan, yıkım sahnelerinden farklı olarak bu sarsıntı, ölümlüğünü insana hatırlatarak kapitalizmle nihayetini bulmuşçasına içine yerleştiğimiz dünya resminin kolayca parçalanabileceğini duyuruyor. Sermayenin sürekli birikiminde ve tüketimin sonsuzluğunda karşılığını bulduğunu sandığımız sonsuzluk arzusu da böylelikle büyübozumuna uğruyor.

Virüsün ima ettiği felaket, bu bakımdan, kapitalizmin bugüne kadarki tarihsel -içsel- krizlerinden farklı bir anlama sahip. Öyle ki burada, bu ima edilmiş başlangıcın sonunda, Walter Benjamin’in Tarih Meleği’nin bakışından dünyayı ve tarihi görebileceğimiz bir uğraktayız belki de. Fakat buradan, kapitalist düzenin büsbütün çaresiz kalacağı, çaresizlikle yok olacağı, tahribatları aşamayacağı çıkarsanmamalı. Ayrıca, malum düşünsel ikiliklere yaslanarak bir kavrayış geliştirebileceğimiz de sanılmamalı. Aksine, geçen yüzyılın teorik-politik yanılgılarından kurtulmak, düşüncenin asıl öncelikli görevidir, düşünceyi gelmekte olana açık tutmanın görevi.

Etiketler:

Yorum bırakın