katı olan her şey buharlaşıyor

by

“Peşlerinde kadim ve hürmete şayan önyargılar ve kanatler silsilenisi sürükleyen tüm durgun, donuk ilişkiler silinip süpürülüyor; yeni ortaya çıkan her şey daha kemikleşemeden miadını dolduruyor. Katı olan her şey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve sonunda insanlar kendi hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyorlar”

Komünist Manifesto, Karl Marx-Friedrich Engels, 1848

Marshall Berman manifestonun ünlü ifadelerinden birini modernliği tanımlamanın, dolayısıyla anlamanın anahtarı olarak formüle ediyor: Katı olan her şey buharlaşıyor.  Manifesto‘nun cümlelerinden gidecek olursak, kadim önyargıların ya da takdire şayan kanaatler silsilesinin silinip süpürülmesi ya da kutsal olan her şeyin dünyevileşmesi  olsa olsa moderliğin sonuçları olarak ele alınabilir. Katı olan her şeyin buharlaşması ise modernliğin tanımlayıcı bir özelliğidir. Yeni ortaya çıkan her şey daha kemikleşemeden miadını dolduruyor ifadesinin tanımlayıcı formülasyonu. Manifesto’nun yazarları tarihsel ilerlemenin nihai yönü olarak komünizm fikri uyarınca burjuva devrimlerini ve belirli üretici güçlerin gelişmesinin sonucu olan modernliği selamlarlar. İlerlemenin belirli bir evresidir çünkü modernlik, katı ya da kemikleşmiş dünya tasarımlarının da beraberinde alt üst edildiği ve aynı zamanda başka bir dünyanın maddi olanaklılık koşullarının ortaya çıktığı bir tarihsel dönemdir. İnsanların kendi hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmek zorunda kaldıkları yeni bir dünyan ortaya çıkmaktadır böylece, başka bir dünyanın mümkün maddi temelini oluşturan şey de bu yeni dünyadır. Katı olan her şeyi buharlaştıran modernlik, burjuvazinin modernliği olarak kendisi de buharlaşacak bir tarihsel gerçeklik olarak düşünülür Manifosto‘da. Sonunda kendi hayatlarının gerçek koşullarıyla yüzleşmek zorunda kalan insanların yeni bilinciyle aşılacaktır bu tarihsel gerçeklik.

Berman açıkcası bu kısmıyla ilgili değildir modernlik anlaşıyışında; onun meselesi daha çok modernliğin bir akışkanlık ve değişkenlik durumu olarak formüle edilmesidir. Nitekim postmodernizme karşı modernliğin savunusunu yaparken modernliğin bu tanımlayıcı özelliğinden hareket etmekte ve kendisi sürekli bir değişkenlik ve yenilenme durumu olan şeyin kendi içinden doğru ötesine-sonrasına geçilemeyeceğini öne sürmektedir. Aslolan modernlik deneyiminin kendisidir Berman’a göre, bu deneyimin kitap boyunca edebiyattan mimariye sıraladığı nitelikleridir. Dolayısıyla ondokuzuncu yüzyılın kurucu-eleştirel düşünürleridir çıkış noktası, özellikle de Marks gibi düşünürler. Çünkü onların kendi zamanlarını anlamak için sarfettikleri düşünsel çaba ve sorgulamalar bugünkü modernlik deneyimlerimizi anlamak bakımından da güçlü araçlar ve perspektifler sunar. Modernleşme sürecinin dünyada ulaşılmadık köşe bırakmadığı bugün tam da  “ilk modernistler”den öğreneceğimiz çok şey olduğunu söyler Berman. Özellikle bizim çağımız hakkında, çünkü nicedir “onların gündelik hayatlarının her anında, yaşayabilmek için bütün güçleriyle kavrayabilmek zorunda oldukları çelişkileri fark edemez olduk”

Marshall Berman, genel olarak söylenecek olursa, kitabında, geçen yüzyılın düşünür ve yazarlarına dayanarak, katı oaln her şeyin sürekli buharlaştığı bir dünya da hem “gelişmenin trajedisi”ni göstermeye hem de “sokaklardaki modernizme” umutla bağlanan bir bakışı geçerli kılmaya çalışır. Her türden kültürel ve siyasal hareketi tek bir sürecin -modernliğin- parçaları olarak ortaya koyabilecek bir bakış açısını ortaya çıkarma çalışmasıdır bu. “Dünyanın her yerinde sürmekte olan demokrasi mücadeleleri”ni bir parçası olarak gördüğü modernliğin gerçek anlamı ve kudreti olarak kaydeder. Manifesto’nun perspektifinden bakılırsa  burada bir sorun vardır aslında. Modernlik tam da modernliğin gerçekleştiği anda miadını doldurmuş ve kendi maddi-siyasal iç çelişkileri nedeniyle aşılmak zorunda olan bir yapı olarak anlaşılır bu perspektifte çünkü. Modernliğin bitmemiş bir proje olarak okunması geçerli bir bakış olabilir fakat Marks’ın sınıf perspektifinde daha en başta kendini gerçekleştirdiği anda tarihsel olarak tamamlanmış durumdadır ve siyasal toplumsal olarak altedilmesinin zorunluluğu da buradan kaynaklanır.

Habermas’ın modernliği “tamamlanmamış bir proje” olarak tanımlamasına benzer bir noktadan hareket ediyor Berman da. Öncelikli önerisi bugünkü yaşamlarımıza daha derin bir bakış edinebilmek için ilk modernlerin bakışlarını kendimize mal etmek, onların perspektiflerinden yararlanarak içinde debelendiğimiz hayatlarımıza yeniden bakmak. Böyle bir teklifin reddedilmesi saçma olacaktır elbette, fakat bugünkü modernlik sorununun bundan ibaret görmek de olanaksızdır. Ortodoks bir modernite anlayışının kesinlikle çok ötesindedir Berman, hatta Habermas’ın da ötesinde derinlikli ufuk açıcı bir midernlik perspektifi oluşturmaktadır, bununla birlikte Marx ile Modernlik arasındaki gerilimli ilişkiyi modernlik lehine çözmek ister gibidir. Marksizmin kaskatı kesilmesine karşı haklı müdahale arzusu, öne sürülen modernlik tasavvurunun esasa dair felsefi ve siyasal sorgulamlarda sınanmasıyla anlamlı olabilir. Modernlik sadece tamamlanmamış bir proje değil sanki hiç tamamlanamayacak bir projedir. Tanımı gereği hep yeni olanın adı ise modernlik modernlikten itibaren her şey modernliğe aittir, her şey durmaksızın o ad altında vuku bulacak ve orada toplanacaktır. Postmodernizm tartışmaları da zaten böyle olduğunu gösterir, modernliğin sonrası bile modernliğe aittir. Esas mesele sanki modernliğin kendi içinde ve kendi için neliğinden öte bir proje ve gerçeklik olarak kendini gerçekleştirdiği anda vuku bulan sonunu tasarlamak olsa gerek.

Modern olmak, Berman’a göre, paradoks ve çelişkilerle yaşamak deneyimidir. Modernlik bu anlamda, katı olan her şeyin buharlaştığı bir evrenin parçası olmak demektir. Bir girdap deneyimi olarak modernlik -kişisel ve toplumsal yaşamı bir girdap olarak yaşamak. Bununla birlikte, insan yine de kendini evinde hissetmektedir bu girdapta ya da hissetme çabasındadır. En basit haliyle de bu Berman’ın modernlikten anladığı şeydir. Sürekli akıntılar ve yıkıcı akışkanlıklar arasında ortaya çıkan güzelliklere sahip olma girişimi olarak modernlik.

Postmodernizmin felsefi-teorik saldırılarını karşılayabililyor mu Berman’ın çalışması, evet demek zor. Fakat moderniteyi ve modern olmayı anlamak, modernlik deneyimimizi çelişki ve paradokslarıyla birlikte düşünen bir kavrayış edinmek için eşsiz bir kaynak olduğu muhakkak. Modernlik bir anlamda anti modern olmakla birlikte işleyen bir süreçtir; her şeyden önce bir süreçtir, sınırları kesinleşmiş bir yapı değil. Goethe, Dostoyevski, Baudelaire, Marks üzerinden üç ayrı evrede değerlendirilen modernlik kendi paradoksuyla birlikte düşünülmek durumundadır. Berman, “denebilir ki tam anlamıyla modern olmak biraz da antimodern olmak demektir” diyerek açıklıyor bunu.

Berman’a göre, modernliğin hiçbir tarzı asla (sonul olarak) tanımlayıcı değildir ve olamaz; çünkü, modernlik, sürekli değişen, katı olan herşeyin durmadan eridiği bir dünyada kendini yerinde duymak için yürütülen bir mücadele biçimidir. Modernliğin her tarzı, daha kuruluşundan itibaren kendi yıkımının dinamiğini barındırır. Bizim kendimizi evimizde hissetmemizi sağlayan şey çocuklarımız için hapishanelere dönüşmüş olacaktır. Modernlik deneyiminin merkezinde, “umutlarla onların gerçekleşmesi arasındaki büyük uçurum” yer almaktadır. Böylece Berman’ın -kapsayıcılığı tartışmalı- genel modernlik tanımına varıyoruz: “Modern insanların modernleşmenin nesneleleri oldukları kadar özneleri de olmak, modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar…..” Bundan anlayacağımız ilk şey Berman’ın bir modernlik güzellemesi çabasında olmadığıdır, bir açıklama ve anlamlandırma çabasından söz edebiliriz.

Moderniteyi açıklama biçimiyle tutarlı şekilde işleyen bir Marksizim savunusu da kitapta açıktır. Marksistler, postmodernite tartışmaları bağlamında, yaygın bir tavır olarak postmodernizmin  kendilerine karşı burjuvazinin son ideolojik saldırısı olduğunu öne süren bir yaklaşım göstermiştir. Abartılı bir jargonla dolaşıma girse de yağmurlu havadan nem kapmak sayılmaz bu yaklaşım. Çünkü, modernliğe yönelik postmodern müdahale ya da saldırının hedefinde sürekli Marksizm de yer alır. Marksizm “büyük anlatı”ların en iri, tutarlı, rasyonel ve eleştirel örneğidir, ki modernliğe yönelik ilk sistematik eleştirinin çıkış noktası da kendisidir. Çatışkılı bir ilişkidir Marksizmin moderniteyle ilişkisi; Marks’a modernitenin çocuğu muamelesi yapılarak yüklenildiği her noktada onun modernliğe yönelik tarihsel bir perspektifle çok sistemli ve maddi bir siyasal eleştirisi ortaya çıkar.  Marks’ın düşüncesiyle Marksist bütünsellik arasında bir ayrım gözetmek zorunlu olmakla birlikte yine de her ikisinin de modernliğin ve modern düşüncenin zemininde yükseldiğini söylemek gerektir.  Berman’ın çalışması bir nevi eleştirel bir marksizm okumasıyla Marksizmi sahiplenme yönündedir. Ona göre Marks, modernliğin çelişkilerini anlamaya çalışırken ya da bir gerçeklik olarak açmazlarını soruştururken değil daha bunlara karşı bulduğu ya da önerdiği çözümlerde bir problem olarak görünür.

Komünizmin genel tanımını benimser Berman, zaten anti komünist değilse kişi, bunu benimsememek zordur! Birey ile toplum ilişkisini bir özgürlük tasarısı içinde ele alır bu yaklaşım çünkü, Manifesto’da her bireyin özgür gelişiminin herkesin özgürce gelişmesinin koşulu olduğu yazar. Berman iki noktada Marksizmle uyumludur: Hem “katı olan herşey buharlaşıyor” formülasyonun içeriğinde, ki bu modernliğin niteliksel tanımlanmasıdır ona göre, hem de  “bireyin özgür gelişimini herkesin özgür gelişiminin koşulu” olarak öne süren önermede. Diyalektik yöntemden ya da toplum tasarımından hoşnut değildir ötesinde, Marks’ın tasarımlarının ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu düşünür fakat yine de bunlar modernliğe ait sorunlardır, modernlik diyalektiğinin bir parçasıdır.

Goethe, Marks, Baudelaire, Nietzsche, Kierkegaard, Çernişevski, Puşkin, Gogol, Dosteyevski’den yola çıkarak yapılan bir modernlik okuması açık ki modernliğe dair edebiyattan mimariye geniş bir yelpazede düşünme yolları açıyor. sözkonusudur bu kitapta. Küçük kasabalar, şehirler, inşaat alanları, yollar, barajlar, saraylar, bulvarlar, caddeler, yeraltılar, Paris, Petersburg, New York, herbiri bu düşüncenin/okumanın içinde yerini alıyor. Şunu da söylemeli, Berman’ın çalışmasının postmodernliğin getirdiği sorunlara cevap olamadığını söylerken, olamamıştır cünkü bu tartışmalara doğrudan katılmamıştır. Bir anlamda onların üstünden atlayarak ilerlemektedir çalışması. Kuramsal bahislere neredeyse hiçbir göndermesi yoktur. Habermascı bir doğrultuda, modernliği, imkanları tükenmemmiş/tüketilmemiş bir yönelim olarak almakta ve modern yaşamın kendisini biteviye eleştirme kapasitesini baz alarak hareket etmektedir. Yapısalcılık sonrası kuramsal meseleler Berman’ın çalışmasında görünmez; Foucault, Deleuze, Derrida, Barthes, Lyotard, Baudrillard gibi isimler gözardı edilir. Kitabın meselesine bağlıdır elbette bu göz ardı ediş fakat meseleler yine de orta yerde kalmaktadır. Bir yerde, postmodern paradigmanın kendi perspektifiyle keskin bir çatışma halinde olduğunu söylemektedir haklı olarak. Postmodernliği ideolojiyle eşitleyen bir yaklaşım vardır bu tutumda ve öyle olduğu noktada söylenecek fazla bir şey yoktur. Postmodern ideolojik evrene karşı modernliğin içsel enerjisinin bitmemişliği itirazı kendi içinde önemli bir çıkış noktasıdır fakat felsefi-siyasal sorunun bundan ibaret olduğunu söylemek imkansız.  Katı Olan Her şey Buharlaşıyor’un bilgi kaynağı ve perspektif genişliği bakımından olağanüstü zenginliği, teorik olarak meseleyi modernliğin tekdüze okunmasını engellemekle sınırlanarak daraltılır.

10 Yanıt to “katı olan her şey buharlaşıyor”

  1. proetcontra Says:

    Modernizm-postmodernizm ayrımı keyif veriyor bana.

    Berman 1960’lardaki modernizmi modern yaşam karşısındaki tavrına göre “Olumlayıcı, olumsuzlayıcı ve çekimser” olarak üçe ayırırken postmodernizmi olumlayıcı modernizm olarak tanımlamış. Hatta bu ‘süreklilik’ fikrini “Melville, Poe, Bronte, Wordsworth, Fielding ve Sterne’nin postmodern döneme ait olduğunu söylüyorsanız modern çağ ne zamanı kapsıyor? Ortaçağı mı?” diyerek savunmuş. Ardından Harvey’e, Connor’a falan bakınca insan sormadan edemiyor: “Eee?” “Kendine özgü örgütleyici ilkelere sahip yeni bir toplumsal totalitenin ortaya çıkışı” söz konusu, teorisyenler bu ‘kendine özgü ilkelerden’ hareketle bu ayrımı tartışıyorlar. Featherstone söylemişti, 1975 yılının Ağustos ayında bir gazete postmodernizmin de öldüğünü ve şimdi post-postmodernizmin gündemde olduğunu ilan etmiş. Keyifli ama.

  2. kacakkova Says:

    evet modernizm-postmodernizm ayrımı bana da keyif veriyor…… 🙂
    aslında tartışılacak şeylerin hepsi öncelikle bu ayrımın kendisine dair yürütülecek bir tartışmada olduğu gibi ortaya çıkmaktadır sanıyorum.postmodernliğin ne olduğu, ne zamandan itibaren başlatılacağı ve modernden nasıl ayrımlanacağı içinden kolay çıkılır meseleler değil.bunun içinden çıkmak gerekir mi ondanda emin değilim.(başka açılardan moderninde ne zamanı kapsadığı elbette sorgulanmaya/tartışmaya değerdir).
    Lyotard bile “postmodern durum”un modernliğin bir devamı olmaktan öte onun bir parçası olduğunu söylemiştir ve bunda şaşırtıcı olan bir şey yoktur. Postmodernizm, modernliğin sonunda ortaya çıkan birşey değil, başlangıcındadır ve bu durum süreklidir bir bakıma.modern olan, başlangıcından itibaren postmodernse, belirli bir tarihten itibaren modernliğin tükenmesinden/bitmesinden bahsetmenin anlamı fazla olmasa gerek.postmodern tartışma, modernliğin bittiği yere/bitişine dair ya da bittiği yerden itibaren olan bir tartışma değildir.bana öyle görünmüyor en azından
    eğer böyleyse, berman’ın modernlik tartışmasında tuhaf olan bir şeyler vardır.derinlikli bir okuma olmasına rağmen bu tuhaflık bir çok yerde kendini duyurmaktadır.berman’ın kendi modernlik tanımının fazla genel olamsı gibi, bana öyle geliyor ki postmodernliği algılama biçimi de fazla genel gibidir.bu genellikte, zaten sorun olan ayrımlar ve neyin sorun olduğu meselesi sanki iyice belirsizleşiyor gibi.oysa artık postmodernliği modernliğin sonrasına geçiş, modernliğin tamamlanması ve yerini yeni bir şeye bırakması olarak düşünmeyi gerektiren bir zemin yok.
    ama berman’ın haklı olduğu bir nokta var:modernlik, onun kendi imkanlarını tüketmediğine inanmakla ilişkiliyse, postmodernlik bu imkanlara dair bir umutsuzluk durumudur.ama meselenin bundan ibaret de olamadığı açık.
    o halde modernlik ve postmodernlik tartışmasında ilk soru bu oluyor, mesele nedir?…..

  3. proetcontra Says:

    İmkanların tükenmesi meselesinin de öncesinde, bu kuramcıların tanımlamacı tutumları benim gözüme çarpıyor. Geçenlerde “…izmler: Mimarlığı Anlamak” diye bir kitap aldım. İddialı, “mimarlığı anlamak” diyor. Tam 55 tane …cilik var. Örnek vereyim: Konfüçyusçuluk, Şintoizm, Hint Kmerizmi, Gotik Tecimsellik, Pietizm, Anglikan Deneyselciliği, Palladioculuk, Şehircilik Karşıtlığı, Gökdelencilik, Korporatizm, Metabolizm… Bu nasıl bir manyaklıktır… Verdiği örneklerde “Bu adamı tam böyle tanımlayamasak da şunla şunun arasına oturtabiliriz, biraz da şundan izler taşır.” diyor. Korporatizm nasıl bir sınıflandırmadır bre manyak, nedir Yücecilik?

    Algı haritasının oluşumunda kavramları doğrudan tanımlayabilme arzusu böylesi maddelerle belirlenmiş tanıtlara ihtiyaç duyuyor galiba. Ortak bir dil oluşturma çabası belki de.

  4. passive Says:

    iki günde ancak okuyup bitirebildim yazınızı efem.
    katı olan herşey buharlaşıyor ya biz de buharlaşacak mıyız? ki biz katı değil bilakis yumuşağız.
    🙂

  5. kacakkova Says:

    proetcontra,
    “algı haritasının oluşumu” sözünü sevdim……modernliğin kendisiyle ilgili hem kavramsal, hem tarihsel hem de tanımsal sorunları başlangıcından itibaren var……biz “modernlik durumu”nun postu serdiği yerdeyiz…..tartışmaların kaotik yayılımı bundan kaynaklanıyor olsa gerek….sanıyorum bu zeminde senin “algı haritasının oluşu” diye belirttiğin şeyin kendisine doğru yönelmeliyiz…..istesek de istemesek de sanki bu zeminden türeyen sorular hep tartışmaları kesecek…….

    passive haklısın, pardon !
    kitabın kendisi tuğla gibi olunca toparlayamadım lafı…..iki takla üç perende bir ters takla derken anca toprlayabilmişim….
    biz zaten yumuşak olduğumuza göre, buharlaşmamız konusu enterasan bir durum olacaktır….marks bu konuda bir şey dememiş :)…..
    “yumuşak olan herşey buharlaşıyor” gibi bir söz söylemiş olsaydı, manifestonun hiç bir kıymeti harbiyesi olmazdı, değil mi?….
    sevgiler.

  6. passive Says:

    biz bu yüzden bunca yumuşaklıktan yaani, çürüyoruz buharlaşamadan.

  7. banu Says:

    Termodinamiğin ikinci yasası entropinn kehaneti de bu zaten,

    Evrenin maksimum düzensizlik eğilimi kesindir!

  8. çicek Says:

    katı olan her şey buharlaşıyor………..
    şimdi hayır bu bize uymaz dediğimiz değerler bir bir modernizmin potasında eriyor.
    sonumuz katı mı olur buhar mı olur bilemem:))

  9. heidi Says:

    harika bir kitap, bu kitabı okuyanlar kesinlikle “büyüsü bozulmuş dünyayı büyülemek” adlı kitabı da okumalılar yazarı george ritzer aynı keşfedişi alacaklarının garantisini verebilirim. bakış açısı daha çok weber’e dayalı ama modernleşmeyi tüketim kültürününn alışveriş merkezleri ve gündelik hayata yansımalarıyla ele alıyor. bu arada kitap piyasada yok kütüphane yolları görünür…

  10. kacakkova Says:

    cicek, hosgeldin….

    heidi, merak ettim su dünyayi büyüleme kitabini…..

Yorum bırakın