söz ile yazı arasında

by

Masumlar’ın (Burhan Sönmez, İletişim yayınları, 2011) ilk dikkat çeken özelliği akışkanlığıdır. Ancak rahat okunan, tek seferde başlayıp bitirebileceğimiz -bitirmek isteyeceğimiz- romanı, benzer başlık altında sınıflandırılabilecek örneklerinden kategorik olarak ayırmak gerekiyor. Kolay tüketilemeyecek bir roman Masumlar; anlatım biçimiyle olduğu kadar, politik ve felsefi muhtevasıyla da dikkat çekici bir roman. Önermeleri ve teklifleriyle üzerinde –dikkatle- durmayı, tartışmayı gerektiriyor. Kimi yönleriyle ‘naif’ ve ‘romantik’ görülebilir ilk bakışta, edebiyatın “iyileştirici gücü”nden hareket ediliyor,  “umut ilkesi”ni ayakta tutmak ve insana dair “güven”i çıkış noktası yapmak istiyordur: “İnsan, insanın sığınağıdır” sözü, romanın mottosu olarak öne çıkıyor bu bakımdan.

Thomas Bernhard gibi öfkeli ve yıkıcı bir yazarın girdaplardan oluşan kitaplarına gömülmüşken, umuda ve insana inanan bir yazarın ‘iyimser’ sesini duymak kolay değil. Masumlar, buna rağmen meseleriyle inandırıcı geldi bana! Yok Etme’nin yıkıcı sayfaları arasında, ortalarda bir yerde başlayıp bitirdim kitabı. ‘İyi edebiyat’ dediğimiz şey, asıl olarak sanıyorum, sahip olduğu ‘sahicilik’ duygusuyla ortaya çıkıyor. ‘Sahicilik’ tartışmalı bir kavram belki, ama bunu birbirine aykırı seslerin gücünü sağlayan ortak bir dert ediş halinden kaynaklandığını öne sürebiliriz. Bambaşka çıkış noktaları, görme biçimleri, duyumsayışları, dilsel tercihleri olan iki yazarı belirli bir noktada anlamamızı ve yakınlık duymamızı sağlayan şey, aykırı noktalardan hareket ediyor olsalar da ‘insana dair olan’ı dert edişleridir sanıyorum. Bu açıdan, belirli bir düzlemde, nihilistik düşünceyle ütopik olan düşünce eğiliminin bir araya geldiğini, ‘zamanın ruhu’na itiraz etme noktasında benzer bir eleştirellikten kalkış yaptıklarını söylemek mümkün. Yine de, edebiyat düzleminde ayrımı göz ardı etmemek gerektir: Masumlar, parcalanmış dünyanın acısını dindirmek ve bir parçada olsa bu parcalanmışlığın bilincini taşıyan okuru iyileştirmek isterken, Thomas Bernhard romanları okurunu dehşetin bir parçası olarak tiksintiye ortak eder, ne yapacağını bilemeyeceği bir girdabın -ortak olduğu suçun, suçluluğun- içine sokar.

Mesele bizzat insan’ın kendisidir elbette. Her zaman. Bütün bir masumiyeti ve günahlarıyla. Geçmişi ve bugünüyle, insan. Kötümser ve iyimser arasındaki fark, kelimelerle seyler arasındaki gediği katetme biçimlerinden kaynaklanır belki; birleştikleri noktaysa, şeyleri artık -hiçbir düzlemde- oldukları gibi göremiyor olmalarıdır. Kelimeleri de. Aradıkları, kelimelerin ve şeylerin düzeni’nden çıkıştır; daha “iyi”ye doğru,  ya da daha “kötü”ye.

Masumlar’da bir ‘terkip’ halinde -ya da ‘terkip’ düşüncesiyle- iki ayrı dünya resmediliyor. Bugün ile geçmiş, içinde yaşanılan dünya ile hatırlanan dünya, gelenek ile modernliğin dünyası -şehir ile köyün, söz ile yazının, masal ile romanın dünyası aynı zamanda. Belki buraya, çocukluğun dünyasıyla erginliğin dünyasını da eklemeli. Böylece, iki farklı zaman ve mekan tasarımı, insan eğer Heidegger’in dediği üzere zamanın cisimlenmiş haliyse iki farklı insan kavrayışı, hayatı ve ölümü farklı kurgularla içeren iki ayrı varoluş biçimi –karşıtlık halinde- gösteriliyor.

Bir açıdan, bugünün karşısına geçmişin, şehrin insanına karşı köyün dünyasının çıkarıldığını düşünebiliriz. Ancak bu, romanın çift yönlü yaklaşımının yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Bir kontrast halinde bu iki dünya resmediliyor ve bugünün dünyası geçmişle karşılaştırmalı olarak olumsuzlanıyorsa da, romanın meseleyi tümüyle bu noktaya indirgediğini söyleyemeyiz. Bu açıdan “özcülük” tehlikesinin sınırlarında dolanıyor roman, ama önermelerini o noktaya indirgemiyor. Kopuş gerçekleşmiş, kopuşun şiddeti geri döndürülemez bir şekilde bölünmeye damgasını vurmuştur. Modern kavramının tam da bu kopuş meselesi ile birlikte bir sorun olduğunu söylemek mümkün. Modern dünyayı bir problematik haline getiren de, bir bakıma bu kopuş durumu ve içerdiği süreksizliklerdir.

Masumlar’da, iki farklı anlatım biçimiyle bu ayrımın belirginleştirildiğini görüyoruz. Birbirini izleyen bölümlerde, şehri ve bugünü anlatırken tutuklaşan, kesintili ve parçalı olan, boşluklarla biçimlenene dil, geçmişe ve köy yaşamını anlatmaya yöneldiğinde akışkan, genişleyen, bütüncül bir anlatım biçimine bürünüyor.

Burada, altı çizilmesi gereken nokta, resmedilen iki dünyanın bir bütünsellik arayışıyla ele alınışı, kopuştan değil süreklilikten hareket ediliyor oluşudur. Masumlar’ın çift yönlü yaklaşımının ikincil özelliği burada ortaya çıkıyor. “Süreklilik ve kopuş” meselesinde Masumlar’ın bakışı modern’e karşı modernist bir itiraz biçimine bürünüyor, kopuş’un yerine süreklilik’e odaklanıyor. Dahası, kopuşun şiddetinin açtığı gedikleri aşmayı, parcalanmayı sürekliliklerden hareketle telafi etmeyi arzuluyor. Bu çerçevede, romanın asli meselelerinin etrafında toplanıp konuşulabileceği temel bir kavramın, “Bütünlük” kavramının ortaya çıktığı yeri de işaretleyebiliriz.

Modernliğin bir “bütünlük kaybı” olarak sorgulanması ve karşısına “bütünlük arzusu”yla çıkılması yeni bir şey değil elbette. Bütünlük kavramı, başından itibaren hem bir cazibeye, hem de bir tehlikeye sahip. İnsan oluş hikayesinin temelinde de bütünlük kaybı bulunmaktadır; doğadan kopuş aynı zamanda bütünden kopuştur. İnsan tekinin ‘bilinçli bir varlık’ haline gelişi kurucu bir bölünmeyle gerçekleşiyor.

Eleştirel düşüncedeki bütünlük kaybı ise ‘ikinci bir doğa’ olarak kabul edilen kültürel bütünlüğün, belirli bir kültürün doğa-insan ve insan-insan ilişkilerindeki bütünselliğin, bir anlamda da şimdi ile geçmiş arasındaki sürekliliğin parçalanmasından hareket ediyor. Modernliğin doğuşuyla ortaya çıkan itirazların, romantik düşüncenin ilk ve temel karşı koyuşlarının bütünlük kavramıyla ilişkili olduğu biliniyor, bu bakımdan. En güçlü ifadelerinden birini Lukacs’da bulacağımız ‘şeyleşme’ eleştirisinin de, hem çıkış hem de varış noktasıdır ‘Bütünlük’ kavramı. Buna göre, birey-insan bizzat kendi içinde parçalanmış, kendi hayatının yabancısı olmuştur artık.

Masumlar, bir anlamda bütün bu eleştirel çizgi üzerinden yürüyor, kopuşları yadsımak, yoksamak, o kopuşları geri almak ya da geri döndürmek icin değil, sürekliliklerden hareket ederek bütünlüğü yeniden oluşturabilmek, kopuşun yol açtığı bölünmeyi yeniden -başka türlü- bütünselleştirebilmek istiyor. Moderliğe yönelik yaklaşımı Walter Benjamin’in tavrını getiyor akla bir çok yönüyle. Bu anlamda, “süreklilik ve kopuş” ilişkisini sorunsallaştırıyor roman. Modernliğin eleştirisi içinden sürüp gelen bu eğilim, Masumlar‘da kendine özgü bir boyut kazanarak eleştiriyi bize özgü bir tarihsel-toplumsal bir bağlam içinde ele alıyor olmasıyla belirginleştiriyor.

İlerilik-gerilik gibi kavramsallaştırmalar da reddediliyor romanda doğal olarak. Bunu önemli bir nokta olarak kaydetmek gerek. Süreklilik yaklaşımı, geçmiş ile bugün arasında kurulmak istenen bütünsellik arzusu, dolayısıyla ilerik-gerilik ikiliğinin geçersizleştirilmesini de beraberinde getirmektedir. Masumlar’a böylece, bir roman biçimi olarak, modern-öncesi dünyanın birikimlerinin, günümüz dünyasının anlatı evreniyle birleştirilebilme kaygısı damgasını vuruyor. Köyün, gelenek ve masalın dünyası bütünlükle eşleştiriliyor, o da geçmişin mutlulukla eşitlenmesini getiriyor, ki özcülük tehlikesinin belirdiği yer de burasıdır bir bakıma. Ancak, roman, “hadi gelin köyümüze geri dönelim” çağrısı anlamına gelmiyor hiçbir şekilde.

Bütünlük meselesi romanda salt bir “kökenlere dönüş fantazisi” olarak yer almıyor; bir süreklilik arzusu olarak işlem görüyor, geçmişe dönmeyi değil geçmişi çağırmayı hedefliyor esas anlamıyla. Romanın karakteri Brani Tawo hatırlayarak, hatırladıklarını anlatarak ulaşmaya çalışıyor bütünselliğine; içinde yaşadığı yalnızlığın, yabancılığın, bölünmüşlüğün aşılabilmesinin bir imkanı olarak beliriyor geçmişin anlatılması. Aşk hikayesinin -süslerinden arındırılarak- romanda işletilmesinin anlamı da bununla ilişkilidir yine.

Bir terkipten söz etmeyi olanaklı kılan da, bu temelde belirginleşen süreklilik arayışı, geçmiş ile bugün arasında bir köprü kurma denemesidir. Bu köprü anlatısaldır ve hakikatin, esas itibariyle, kurgu yapısında olmasından hareket eder. Burhan Sönmez’in yönelimi, bir anlamda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın izini sürmektedir. Masumlar’ın bir yerinde Huzur’un adı geçer; kısa bir değinidir yapılan, ama bunu modernlik sorunu ve süreklilik bahsinde Tanpınar’a yönelik ilginin işareti olarak vurgulamak yanlış olmayacaktır. Tanpınar, kabaca söylersek, geçmişe yaklaşımımızda “oidipus kompleksi”yle hareket ettiğimizi ifade eder ve yerine “anne hasreti” diyebileceğimiz bir yaklaşım önerir. Masumlar, birebir olmasa ve her yönüyle örtüşmese bile genel bir eğilim ve tavır olarak, bu süreklilikler kaygısının sürdürücüsüdür.

Bu anlamda, bizzat Masumlar romanının kendisini, biçimsel özellikleri ve felsefi eğilimleriyle bir terkip girişimi olarak ele almak mümkün. İkilikler aşılmaya, anlatı düzeyinde iki ayrı dünyanın dilsel imkanlarını birleştiren bir bütünlüğe gidilmeye çalışılıyordur. “En genel anlamda,” diyor Burhan Sönmez -bir röportajında- “masalın büyüsünü romanın büyüsünde damıtmak istiyorum.” Bu açıklama, kitabın bahsedebileceğimiz meselelerinin odağını ve yönelişini doğrudan işaret ediyor. Eski ile yeni, geçmiş ile bugün, masal ile roman ve asıl olarak -hepsini içerecek şekilde belkide- söz ile yazı arasında bir terkib arayışıdır söz konusu olan. Yazarın ilk romanı Kuzey’de de ortaya çıkan bir eğilimdir bu, ancak orada daha masalsı ya da masal ağırlıklı bir insanlık hikayesi olarak kurgulanmıştır bütün bir anlatı. Masumlar’da ise söz ile yazı arasında terkip düşüncesi, söz’e yazı’nın içinde soluk aldırma girişimi daha belirgin bir arayış halinde roman sanatının imkanları ve formlarıyla birleşerek işletiliyor.

Burhan Sönmez’in, bu iz üzerinden gidip gitmeyeceğini ya da ne tür denemeler yapacağını ve nasıl bir yol katedeceğini kestirmek zor. Ama, yine de sanıyorum, “sözlü kültür” ile “yazılı kültür” arasında köprü kurma girişiminin içerdiği-ima ettiği politik ve felsefi tartışmalarla Masumlar’ın kendi başına kaydedilmesi de yerinde olacaktır.

7 Yanıt to “söz ile yazı arasında”

  1. Ö. Esin Says:

    “Ütopya, sol ilahiyatın gizli adıdır” diyor Burhan Sönmez, buradan yürünebilir.

  2. kacakkova Says:

    yürünebilir…mi?…yürümek gerekir kesinlikle, evet…bunu acilan bir patika olarak aldigimizda yürünebilir oldugu da kesin…lezzetli bir yazi her seyden önce, dikkatle okunmasi gerekiyor yürüttgü tartismanin…ama tamlamanin her iki kisminin, sol’un ve ilahiyat’in yürüyebilme-yürüyebilecek istegi ve mecali var mi tartisilir…yalniz bu patikadan gecmek istemediklerini degil, genel olarak yürümek istemediklerini söyleyebiliriz sanki….yinede yürümek isteyecekler icin cok genis imkanlara acilabilecek olan kiymetli bir patikadir bu yazi….

  3. zihni Says:

    “Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdüktçe uzaklaştım , uzaklaştıkça da o büyüdü içimde”.

    Oysa ben uzaklaştıkça o öldü içimde. Ölüsünü yazacağım ve ölü toprağı üzerinde yeşeren hayatı….. “Topraktan betonarmeye Z dönüşü”. Topraktan çıktım, betonarmeye çarpılınca 3. Yöne savruldumun hikayesi…. (Önce yazmayı öğrenmeliyim:)

    Henüz ilk cümlesini okuyarak bu notu yazıyorum. Çok zamandır bir anı olarak yazmaya çalıştığım bir konu sanki. Senin anlatımlarından etkilendim de….. Kitabı bitirince burda beklersen beni birkaç ulu ahkam kesmek isterim:)

    Bu arada onur caymaz’ın gece güzelliği takıldı aklıma. Hala tadı hafızamda. Masumların ilk cümlesindeyim. Ve sanki yarın Nisan o.caymaz….

  4. kacakkova Says:

    tabii beklerim zihni hoca…hepimiz bir sekilde göcün-sürgünlügün cocuklariyiz, hikayeler ve romanin formu bu yaniyla tanidik geliyor….sürgünlügün bir kac boyutu var masumlar’da, icice geciyor, büyümek de bir tür sürgünlük bu acidan, varolussal, geri dönüsü olmayan, telafi de edilmeyen….bellek ve animsayislarin önemi bu noktada ortaya cikiyor en basta….
    bitirince bekelerim yorumunu….

  5. zihni Says:

    Kitap bitti, bendeki etkisi kolay bitmeyeceğe benziyor. Özellikle sona doğru yaklaşırken, yazarın Feruzeh ile Brani Tawo’yu kavşuturup kavuşturmayacağı kaygısı-korkusu heyecanımı kışkırttı. Yoksa, yoksa kitabı duvara doğru fırlatma ihtimali teğet geçmedi (değil) aklımdan.
    kahretsin, Burhan Sönmez’i telefon ile arayıp, kitabın bir sonraki baskısında onları kavuşturmasının, 78 kuşağının devrimci romantizmiyle örtüşeceğini diyecektim. Karşılığında yazar ile kendimin, ÖDP üyeliği ortak paydasının yara alabileceği ile tehdit edecek (değil)dim.
    Burasını kurtardık .
    Birde, konu kahramanlarından Brani Tawo’nun (kendi olma ihtimali çok güçlü, çünkü bir İngiltere serüveni olduğunu okumuştum) Wittgenstein hayranı olması tüyolarında filozofik nüanslar kırla gidiyor.

    Senin Masumlar ile ilgili akademik analizlerini birkaç kez okuyarak kitabı okuyunca çok daha fazla şeyin farkına vardığımı düşündüm.

    Yoksa biz sıradan okurlar ancak Feruzeh ile Brani Tawo’unun kavuşma seremonisinde takılıp kalırdık.
    Bir de,
    Oysa dedim içimden, “Masumluk” anlamını daha çok karşıtlığıyla bulurdu, yalnızca kişinin iç dünyasında peydahlanan resmin renklerine bakarak değil”. Oysa Yazarımız sürgünlüğün çıkış noktasından değil, dönüş noktasından başlamıştı öyküye. Bir bildiği vardır heralde…..

  6. kacakkova Says:

    sagol zihni hoca, cabuk okudun, geldin…
    ask sikintili bir mevzu edebiyatta, suyu cikarilmis, iyi yazar icin cazibesiyle tuzak bir mesele…romanda yine bahsetmeye calistigim bütünlük bahsiyle ele alinip degerlendirilebilir bu boyutu saniyorum…karakterler birbirlerine hikayeleriyle ulasiyorlar, ask bu gecmis hikayelerinin icinden gecerek sekilleniyor, bütünlenmeye calisiyorlar…
    iyilige ve umuda inanan bir yazar sönmez, malum…
    süreklilik duygusunu saglamak icin de askin suyu cikarilamamis muhtevasindan hareket etmek istemis saniyorum….hamasi bir “insanseverlik” söyleminden sakindigi gibi, “ask” meselesinde de dikkatli olmaya calismis….
    ben isaret ettigim noktalar sebebiyle genelde kaygili oluyorum kitaplara dair….kitabi okuyacak icin ya da okumus olan icin ne kadar anlamlidir bu söylenilenler bilmiyorum….
    senin okumanda ise yaramis olmasina sevindim…
    romanin felsefi bir boyutu var ve ayrintilarda görülebiliyor bu….ölüm’ün romandaki bahsi üzerine de cok sey söylenebilir bu acidan, zaman’a dair ya da…
    sönmez’in okudugum iki röpotajinda bu noktalar üzerinden gecilmis, isaret edilmis….umarim cokca okunur ve okurundan gerekli dikkati, ilgiyi görür icerdigi boyutlariyla…..
    naif bir masumluk vurgusu degil de “insanin günahlariyla birlikte masumlugu”ndan hareket ediliyor saniyorum….yine de bu gerilim güclü degil romanda…
    huzur’u okurken her noktasinda huzursuzlugu hissederiz, masumlar’da masumiyetsizligi bu boyutta görmüyoruz…en basta da bir dil sorunu olarak masumiyet meselesi var, belki masumlar üzerinden konusulabilir….
    masumiyet, eger mesele bütünlükse, en basta dilde kaybedilen dil-ile-kaybedilen bir sey….
    sönmez’in bir bildigi var kesinlikle, öyle anlasiliyor….hem edebiyata dair, hem felsefi-politik kavramlara dair bir bilgi bu….röportajlarina, “sol ilahiyat” türünde yazilarina bakarken bunu görüyoruz….bu izler üzerinden gidecegi de kesin gibi….
    önermelerine, yaklasimlarina cesitli sebeplerle katilalim katilmayalim kendisini izlemek gerek….

  7. kaindede Says:

    Bütün, yanlıştır ha! vay be….

Yorum bırakın