gezi ayrışması

“Kahrolsun bağzı şeyler”

 

gezi olayı hakkında lehte ve alehte söylenmedik ne kaldı? gezi yazılarından gına geldi bile diyebiliriz. ortaya çıkardığı ayrışma ve saflaşmalar yeni bir takım sonuçlar ürettiyse de, esas olarak bilinen kamplaşmaların ötesine geçilemedi pek. reel politika kendisini yeniden üretti daha çok, her iki yönde de olay “eski” ve “yeni” türkiye hikayesine dönüştürüldü hızlıca. o saflaşmalardan alınabilecek yol çoktan alınıp tüketilmiş olmasına rağmen. bu yüzden, övenlerin de sövenlerin de söyledikleri kabak tadı veriyor giderek.

yine de, gezi olayı, mevcut siyasetin yeniden üretilmesinin ötesinde bir başkalık, siyasal olana dair başka bir imkan içeriyor ve mevcut ayrışmaların ötesinde derinde yatan başka bir ayrışma üzerinde de  düşünmek gerek: yani, olay’ın açığa çıkardığı ama olan’dan ibaret olmayan, büsbütün gerçeklik haline gelememiş olan potansiyel üzerine düşünmek. böyle bir “derinlik” söz konusu mudur, ilk soru bu. olaylarda, eylemlerin ve eylemcilerin çokça bahsedilen “renkliliği”, şiirin sokağa inişi, kendiliğindenliğin aldığı kendinde biçimler, iki yüzyıllık modernleşme hikayemizin siyasal saflaşmalarına kolayca sığdırılamayan fazlalıkları, duvar yazıları ve atılan sloganların başkalığı, maruz kalınan aşırı devlet şiddetine rağmen sürdürülen “neşe” hali, “gezi”nin görünürden ibaret olmayan siyasallığını öne sürmek için epey ipucu sunuyor. derinde, tanzimat’tan beri süregelen “kutuplaşmalar”ın, dahası bizzat “kutuplaşma siyaseti” denilen siyasallığın ötesine giden bir ayrışmanın yattığını, daha doğrusu uç verdiğini, yine bu işaretlerden hareketle öne sürmek mümkün.

siyasal iktidarın “egemenlik” refleksine bağlı olan kısır döngüsü malum. muhatap ak parti iktidarı ama kapıldığı korkunun altında yatan sarsıntının, geriye muhtemelen bir iz olarak kalacak olan yarılmanın, sadece ak parti’ye ait bir sorundan ibaret olmadığını görebiliriz. siyasal iktidarın en derin, kökensel korkusu ortaya çıktı bir anda. en güçlü ve güvenli olduğu anda bile, eldeki hegemonyanın hiç de güvence altında olmadığını görmek zorunda kaldı. olay’ın derinindeki “anlaşılmazlık” hali de, olup bitenleri okumasını ve bu okumaya bağlı çözüştürücü hamleler yapmasını engelledi sürekli olarak. en bilindik yola, korkusunu sabitleyebileceği bir hamleye başvuruyor doğal olarak; yani, sadece fütursuz bir şiddetle kamusal alanı yeniden ele geçirmeye çalışmıyor, bilindik kutuplaşmaları derinleştirmeye ve bir tür korku siyasetini yeniden tahkim etmeye de çalışıyor söylem alanında.

başbakan erdoğan’ın bugün, olaydan bir yıl sonra (30 mayıs 2014 ) söyledikleri bunun basit bir sonucu. konuşmanın yalan dozundaki ve eylemcileri şeytanlaştırma arzusundaki şiddeti, hem iktidar korkusunun boyutlarını hem de bu korku nedeniyle neler yapabileceğini, iç savaş çıkarmak dahil neleri göze almış olduğunu gösteriyor. derin düzlemden kaynaklı “gezi ayrışması”nı ele almak bakımından mevcut iktidar cephesinin tutumu önem taşımıyor. bu yönde asıl ayrışma “direniş”in kendi saflarındaki anlam arayışları ve anlama çabalarında gerçekleşiyor.

öncelikle, “direniş” alanının da kendi kısır döngüsüne takılıp kalmış göründüğünü söylemek gerek. söylemsel olarak, siyasal alanı bozma potansiyeli taşıyan eğilimler hızlıca geçiştirilerek,  olayın anlamı salt iktidar karşıtlığına oradan da hızlıca hükümet karşıtlığına dönüştürüldü ya da dönüştürülmek istendi. bu durum, sadece “muhalefet”in saflarını sıklaştırmasından ibaret kalmayacaktır elbette, yanı sıra “mevcut siyasal iktidar” da kendi saflarını sıklaştırmak için yine bu durumu kullandı. iktidar, bir kez daha muhalefet aracılığıyla kendi kendini meşrulaştırabilen bir fırsat yakalayabildi, bu kısır döngüde. direniş’in şu ya da bu siyasal eğilimdeki sayısal ve söylemsel olarak çoğunluğunu temsil eden faillerinin, sergiledikleri iktidar/hükümet karşıtı persformansı önemsizleştirmek ya da büsbütün dışarda bırakmak meselesi değil bu.  ama, burada, siyasal olan’ın ve siyaset alanının mevcudiyete indirgendiği bir tür tıkanma durumu olduğunu söylemek gerek. olayın mahiyeti, bu zeminde giderek bir “direniş güzellemesi”ne dönüşmeye başladı.

bu kısır döngü belki de, basit bir anlayış/sızlık sorunundan değil de, “direniş”in tıpkı “iktidar” gibi, siyasal alanın mevcut formuna pek de uymayan, mevcut siyasal öznelerin kendi konumlarını ve siyaset okumalarını doğrulamalarına fırsat vermeyen “başkalığı”ndan kaynaklıdır. o başkalık her şeyden önce, olay’a ya da isyan’a dahil olanların “özneler” olarak yer almaktansa “bedenler” olarak yer almalarından kaynaklanıyor. eğer böyle ise, “gezi olayı”nın, göründüğünden ve ortaya çıkardığından çok daha “derin ayrışmaları” ve kolayca üstesinden gelinemeyecek “farklı saflaşmaları” bünyesinde barındırdığını söyleyebiliriz.

siyasal kavramların, söz dağarlarının olay’da karşılık bulmayan darlıklarından, siyasal alanın faillerinin kendileri hakkındaki kavrayışlarının sorgulanmasına değin, sürekli bir ayrışma sürecidir sanıyorum söz konusu olan. özellikle de, “egemenliğin doğası” ve siyasal alanın neliği hakkında açtığı ya da potansiyel olarak açmaya imkan sunduğu sorgulamalarıyla gezi’nin, “henüz düşünülmemiş” olana dair bir imkanın vuku bulması olarak anlaşılması mümkün. mevcut politik olan’a ve politik alan’a dair bilincin yapısal sınırlarını, o bilinçten mükellef özne konumlarını sorgulamaya açan bir imkan.

birbirine koşullanmış halde “iktidar” ve “direniş”, politik olan düzleminde o “aşırılığı” ancak “fetiş” yoluyla normalleştirilebiliyor bir açıdan. en uç noktada ve uzlaşmazlıkta reel-politik saiklerle birbirleriyle çatışıyor olsalar da, her iki yönde de fetişleştirme,  karşıt söylemlerin kışkırtılması ama buna mukabil verili kavrayış düzleminin mevcut haliyle muhafazası anlamına geliyor.

yani, gezi’nin bir imkan olarak açtığı düşünme olanağının yadsınması ile giderek kendi üzerine kapanan -kendini bu kapınışla- yeniden üreten bir çatışma süreci olarak..

akp iktidarının gezi olayı’na hazırlıksız yakalandığı çokca söylendi, haklı olarak. bu zaten iktidar’ın asla hazırlıklı olamayacağı bir olaydı. gerçekten de, kendi sahasında top çevirip durmaya dönüştürdüğü siyaset alanının ilk kez başka bir şekilde sekteye uğradığını söyleyebiliriz. bir anda hegemonyasında derin ve geri alınamaz bir çatlak oluştu. çünkü, o hegemonya söylemsel olarak “eski türkiye”cilerin karşısında elde edilmişti, gezi’yi ortaya çıkaran şey ise “yeni türkiye”nin siyasal koşullarıydı esas olarak. bu yeninin elbette eski’den tamamen kopuk olduğunu söyleyemeyiz. ak parti iktidarının “yeni türkiyesi” o kadar yeni olmadı hiçbir zaman. ak parti  iktidarının, kitlelerin talep ve beklentilerini soğurabilme ve manipüle edebilme yeteneğinin sınırlarını görmüş oluyoruz orada artık. yani, tam da “istisnanın aslında kural olduğu gerçeklik düzlemi”nin sınırlarını. demokrasi ile otoriter tahakküm arasındaki sınırların muğlaklığının, belirsizliğinin açığa çıktığı bir uğraktır bu aynı zamanda.

gezi, mevcut “taht oyunu”nu bitirmedi ya da her şeyi açık kılmadı, ama oyun alanının mahiyetine dair bir perdeyi, esaslı bir çatlağı aralama imkanı sundu. yani –türkiye denilen çoğrafyanın kendine has özellikleriyle biçimlenmiş olsa da- oyunu, beklenmedik bir noktadan ve beklenmedik bir şekilde sahneye girerek, bir an için sekteye uğrattı. o sahneye farklı bir şekilde görünürlük sağladı.  sadece devletin ve onun beşinci kolu olarak medyanın on yıllardır ne yalanlar söylemiş olduğuna uyanılması anlamında söylemiyorum bunu, adlı adınca açık kılınamamış olsa da “siyasal alan” denilen sahnenin nasıl bir “mekan” olduğunu farketmek, algılamak açısından bir açığa çıkış olarak söylüyorum. gezi olayı, bu açıdan, içerdiği kamusal -dolayısıyla siyasal- alana ilişkin muhtevasıyla, sonradan gerçekleşecek her türden toplumsal ve siyasal çatışmaya başka türden bir referans oluşturuyor.

“insanlık tarihi” diye anlatılan tarih açısından manidar olan, tam da başından beri -iktidar cephesi olsun direnişciler olsun- herkesin ağız birliği ederek meselenin “bir kaç ağaç meselesi” olmadığını anlatmaya çalıştığı “tuhaf “bir noktadan sorunun çıkmış olmasıdır. başta da ifade etmeye çalıştığım gibi, verili siyasal kimlik ve zihniyet biçimleri açısından olay’a hazırlıksız yakalanmayan yok bu yanıyla. asıl kıymetli olan da bu “yakalanma hali” bana kalırsa. “eski türkiye”nin sahipleriyle “yeni türkiye”yi ellerinden kaçırmak istemeyenler arasındaki iktidar oyununa kolayca malzeme edilemeyecek bir niteliğe sahip bu yanıyla gezi: mevcut haliyle siyasal öznelerin tercüme etme kapasiteleri ne olursa olsun asla tüketemeyecekleri bir olay.

“muhafazakar demokrat” iktidarın çatlayıp yaldızları dökülen meşruiyetini sıvayan  entelektüel cenahı bir yana, “cumhuriyetçi/ilerici” kesimin siyasal zihniyetini de bir yana bırakmak gerek. türk bayrağını “sahiplenme” çabaları, olayın gerçekleştiği günlerden bugüne, “islamcı” hükümetle “laik” ulusalcı “kanatlar”ın tek bir gövdeden oluştuğunu çoktan göstermekte aslında. kazlıçeşme’deki akp mitingi cumhuriyet tarihinin gördüğü en yüksek sayılı bayraklı mitingidir kesinlikle. bayrak meselesi, gezi’nin açtığı çatlaktan baktığımızda basit bir gösterge olarak anlaşılamaz. gezi’nin bir “ruhu” varsa eğer, bu tam da “devletlü tarz-ı siyasetin yapısı”nı açığa çıkarması ve gücül olarak politik alanın sınırlarını sekteye uğratma imkanıdır.

ikibinli yılların başından beri, entelektüel alanda, bir kaç noktada önemli çatışmalar, kırılmalar yaşandı. bu kırılmalar ve saflaşmalar, politik alandaki konumlanışları, söylemleri ve algıları sarsan, ayrımları belirginleştiren ve karşı karşıya getiren, herkesi kendi safında bir kez daha saflığından eden olaylar olarak vuku buldu. ancak, bütün bu saflaşmalar en nihayetinde “eski türkiye” ile “yeni türkiye” olarak kodlanan bir pasif devrim sürecinin, yani devletin yeniden düzenleşinin zemininde gerçekleşti.

gezi olayı, bu ayrışma ve saflaşmaların zeminindeki kırılmadır. böylece “kamu” ve “kamusal alan” bahsi siyasalın odağına yerleşmiş oldu. daha da ötesinde “temsili demokrasinin sınırları”, “siyasal alanın yapısı”, “politik temsil” ve hatta bizzat “temsil”in kendisini problematize edilebileceğimiz bir “aralık” oluştu. tam da, bu nedenle gezi’nin, esas olarak verili politik söylemlere tercüme etme çabamıza radikal bir şekilde direnerek bir anlamlandırma sorununu beraberinde getirdiğini, politik saflaşmaları bir kez de bu “anlam” sorunu yönünde teorik-felsefi hesaplaşamalara ve  ayrışmalara zorladığını kaydetmek gerek. “bu daha başlangıç”, gezi’nin kendini ifade ettiği sloganlardan biriydi: sonun başlangıcı ve başlangıcın başlangıcı.

Yorum bırakın