iki kitaplı bir öneri

by

Şu iki kitabı, birbirinin panzehiri olarak birlikte okumakta yarar var. İlki, Daryush Shayegan’ın Yaralı Bilinç‘i ve ikincisi, Michel-Rolph Trouillot’nun Geçmişi Susturmak adlı kitabı.

Shayegan, geleneksel toplumlarda derin bir yarılmaya karşılık gelen “kültürel şizofreni”yi tarihsel-düşünsel bir bağlam içinde gündeme getirmesiyle önemlidir. İçeriden biri olarak konuşur Shayegan, kendi deneyimlerini geniş bir entelektüel sorgulamaya dahil ederek  kendisinin de içinde yer aldığı bilincin yarasını gündeme getirir. Doğu’nun “skolastik köhneleşmesi”nin ardındaki tıkanma’ya işaret etmesi, bu tıkanmayı bir geçikmişlik sorunu olarak tarihselleştirmesi dikkat çekici bir tartışmayı beraberinde getirir. O da şudur kabaca: Bir sosyo politik bütünlük olarak, bir anlam dünyası olarak İslam’ın -“geçikme” kavramı uyarınca- kendi zamanını doldurmuş ve çoktan doldurulmuş bir zamanı tüketmeye meyletmiş bir biçimsizleşme haline dönüştüğünden söz edebiliriz, ama burada bir gecikmeden bahsetmeyi mümkün kılan dünya tarihsel zamanın ne olduğu, bu zamanın nasıl işlediği ve tarihin nasıl yazıldığı sorununu getirir beraberinde.

İkinci kitabın, Geçmişi Susturma‘nın devreye gireceği yer burasıdır. Elbette bu tarih tartışması ve Aydınlanma sorgulaması yeni değil. Ancak, Trouillot çok somut bir olay bağlamında, Haiti Devrimi örneğinde somutlaştırarak geçmişi susturmanın ne anlama geldiğini göstermesi bakımından önemli. Bu kez Batı kendi içinden, tam da Aydınlanma iddiaları bağlamında kendi kalbinde yatan derin çelişkisi noktasında sorgulanıyor. Geçmişi susturmak, öyle anlaşılıyor ki, “tarihin üretilmesi ve iktidar” arasındaki ilişkinin karanlıkta kalan bir uygulamasıdır. Böylece, her uygarlık belgesinin aynı zamanda bir barbarlık belgesi olduğu görünmezleştirilebilmektedir. Batı’lı özbilinç, bu durumda, atıf yaptığı uygarlık değerleri ve bütünlük tasavvuruna, ancak belirli suskunluklar sayesinde ulaşabilmektedir. Suskunluklarla, susturma hamleleriyle ilerleyerek yazılan bir tarihtir söz konusu olan. Ve suskunluk sadece geçmişte kalmış bir sorun değil bugünü koşullayan, bugünün sorunlarında varlığını sürdüren bir sorun olarak işlemeye devam etmektedir. Trouillot, sade bir dille suskunluğun olan ile olduğu söylenen arasındaki boşluğa yerleştiğinden bahsederek, sorunun hem teorik vechelerini hem de politik boyutlarını belirginleştiren bir analiz geliştiriyor.

Paris katliamından sonra belirginleşen durumun neden bir “medeniyetler çatışması” olarak okunamayacağını, okunmaması gerektiğini böylece belirginleştirebiliriz sanırım. Artık, nasıl bir şey olduğundan emin olmasak da içinde olduğumuzu bildiğimiz bu tuhaf savaş manzaralarının ardında, içsel olarak işleyişleri sürüp giden tamamlanmamış hesaplaşmaların, bitmemiş dahası gerçekleştirilmemiş yüzleşmelerin yattığı aşikar.

 

Yorum bırakın