azalmak burcu

by

HakanErgün7

(7)

ben şimdi azalmak burcundayım
kum saatlerinde azalmak ve kerrat cetvelinde
kentin terli bölgelerinde azalmak
otel odalarında ve kaygan borsada
civilerin çınlayan sesinde azalmak
azalmak çarşı yerlerinde
azalmak ne mükemmel kelime

(…….)

çünkü bütün mesele azalmakta bugün
akılda azalmakta ve ağrıda ağrıda
hep dikine giden yağmuru azalmakta
naylon çadırları genleşen küreyi
tüfek çatışı, gergin kirişleri
azalmak bir büyük uçurum
başım dönerek düşeyim
azalmak beni kutlu ve yerleşik kılar
azalmak kendi başına..

Madde Kara, Hüseyin Kıran

40 Yanıt to “azalmak burcu”

  1. passive Says:

    ımm çok düşündüm ve karar verdim. bir yıl içinde insan yalnız bir tek hüseyin kıran kitabını kaldırabilir. hele ki ikincisi şiir kitabı…ıııhh kaçakkova. kontrollü gitmek gerek bilirsin 🙂

  2. kacakkova Says:

    haklisin pass ;),
    bünyede bazi kalici tesirleri olabilir…..kontrollü gitmek ya da gündelik olarak belirli dosajlarda almak gerek……ben bu kitabi evveliyatindan okudugumdan tabi bagisiklik var biraz ;)….

  3. banu Says:

    Önce renklerinden bir Hakan Ergün resmi tanıdım ve şiirle bu resmi çok yakıştırdım 🙂
    Ama asıl (kendi kedime biraz da) söyleyeceğim başka:

    Daha bu sene, dersliğin önünde elimizde ince belli renkli çay bardaklarıyla konuşuyoruz. Mühendislik fakültelerinden konu açılınca “Siz daha ilkoluldayken ben üniversitedeydim, Teknik üniversitede mühendislik okurken daha yarısındayken cezaevi günleri başladı, dedi.

    Hüseyin Kıran’a benzettim onu. Onun modern zaman eleştirilerini dinlerken “Bir yazsa neler anlatır kimbilir” dedim.
    On yıl süren parmaklıklar ardına kapatılmışlığı, sonra yeniden başlayan ve onu demlendiren, değiştirenleri düşündüm. Biz onu çıkışından yıllar sonra tanıdık. Yaşamı bizim algılayışımzdan farklı algılayışı hayret uyandıracak kadardı ve gençliğinden düşülen on yıl ona benim durduğum yerde asla yakayamayacağım bir görme kapısı vermişti. İçimizde en dingin ama en neşeli olanımızdı ve ben onu Kıran’a benzetişime bakarak; kara’nın sonzuluğunu, kapıcılığını, içine gömücülüğünü ve maddenin sabitliğini, ömrünün bizden uzunluğunu, kurallılığını gözüme gözümüze tutuşunu benim yapabileceğimden daha daha iyi anlatacağını sadece onun bu kapalı kapılar ardındaki tecrübesinin dahi yeterli olduğunu biliyordum.

    Dem, dinlenti, ayıklama ve yeniden tanımlama öyle olduğumuz yerde kendiliğinden yapılması kolay şeyler değildi.

    “Ben Resul direnen ve debelenen Resul’ü saclarindan tutup asagi attim…”

  4. Elestirel Gunluk Says:

    Bilmiyorum bile nicedir Siir’den uzak dusmuslugum…Huseyin Kiran’i hic duymamisim bile. Tanistirdiginiza sevindim dostlar…

  5. kacakkova Says:

    sevgili banu,

    hakan ergün”ün resimleri artik kendini belli ediyor demekki…..bu sevincli haberi kendisine ulastirayim bir ara…..

    hüseyin kiran”a gelince…..

    Kiran”in yazisi (siir ya da roman) bir modern zaman elestirisidir, kesinlikle…..olasiz bir iliskinin icinde o iliskiyi sürekli kurcalama cabasi olarak bicimlenmekte, kendine bir dil, bir soluk, bir yer aramaktadir…..

    ya da bunu baska türlü olamayan bu dünyada yerini yadirgayarak durma cabasi olarak da ifade edebiliriz…kiran”in on yillik mapuslugunda (her iki kitabinda da yazar hakkinda verilen kisa aciklamada bu var) elde ettigi dünya bilgisinin bu mapuslukla nasil bir ilgisi oldugunu düsünmek gerek elbette…..onu kendisiyle etrafiyla ve dünyayla bu olasizlik noktasina sokan bilinci anlamak bakimindan bu önemli….

    ama tabi bir indirgemeye gidilmemesi gerek……demir parmakliklar aciklayici faktör degildir……”hapishane tecrübesi”, diger tecrübeler gibi kendi basina bir yer tutmuyor…..bakis olarak bilginin aciklanmasinda tecrübe (salt bir tecrübe olarak) kendi basina bir deger tasimiyor…..dahasi belki, ayrimi görebilmek icin her tecrübede tikel olani, kimin neyi nasil tecrübe ettigi meselesini anlamak, o tecrübenin nasil isleme sokulduguna bakmak gerek…..

    bizde hapistekiler genelde “hapishane edebiyati” denilen türü üretmisler ve sürdürmüslerdir……belli bir bilinci, dili ve söylemi devam ettirmektedir bunlar……kiran”sa tamamen bunun disinda görünüyor…..olsa olsa modernlikle ve varolusla sancili iliskisinin bir alani olarak konudur mapusluk…..
    böyle kac örnek daha vardir bilmiyorum…..

    banu umarim bahsettigin kiran”a benzeyen kisi de yazar bir noktadan itibaren…..

  6. banu Says:

    Herhangi bir tecrübe tek başına açıklayamacaktır hiçbirşeyi haklısınız. Benim tanışıklıkla beraber benzerliğin üzerine düşünmemle ilgili çıkardığım sonuçlar bunlar.Hapishane edebiyatından tamamen farklıca, bu ortamdan kazanılmış yetiler dikkatimi çekti aslında. Çoğumuzda olan sıkışmışlık hissinden ve gün kaygısından tecrit edilmiş içinden değil de dışından bir bakış ve bu bakışa bağlı (bağımsız)etkilenmemiş bir keşfediş gördüm.

  7. kacakkova Says:

    sevgili banu,
    yazdiklarim hemen senin yorumun ardindan gelince biraz tuhaf olmus…..senin cikarsamlarindan hareketle veya onlara itiraz etmek saikleriyle dogrudan yazmadim aslinda…..hem yukardaki yorumunda hem de bu ikinci yazdiklarinda haklisin…..
    bir ayrimi belirtmek istemistim….

  8. passive Says:

    hapishane direk aklı çağrıştırıyor bana..
    aklın düşünceleri sınırlaması, kayıt altına alması.. akıl zindanı..
    düşünceler oradan salıverilmeyi bekliyor.belki dünyaya koyverilmekle başlıyor bu mahpusiyet..
    ve mutlaka bir gözaltı bir sınırlandırılma yahut her hangi bir engellenmeye takılmalı insan..hem içinde hem dışında..yaratmak için..sakiniyet için..
    (çelişkili oldu ifadelerim)
    haşimi tekrarlamaktan bıkmayacağım:
    “çok daha rahat olmalıdır
    cinnet dedikleri o cennet
    kendi akıl zindanlarımızdan..”

  9. z Says:

    bu yazıyı ve sonrasında yapılan yorumları okuyunca adı ne olursa olsun commentary ya da reply, yorum bırakma olayının azalmama engel olduğunu sezdim.

    mutlak bir azalma değil belki ama alabildiğine sessizleşmek istedim yazıyı okuyunca-bu isteğimin bilinmemesini isteyecek kadar az ve aslında çok değil ama- ve yorum bölümünde öylece sessizce durma efektine ihtiyaç duyuyorum şu an.

    ikrardan gelen gibi değil de daha çok hayranlıktan kaynaklanan bir sükut… aklımda sizin ve yorumcu ziyaretçilerinizin pek latif şahsiyetler olduğuna dair düşüncelerle susuyorum

  10. banu Says:

    Aslında Kacakkova ve ProetContra okurken ben de sessizce durma efekti olsa yi olurmuş diye düşünmedim değil. Varım ve okuyorum ve düşündürüldüm ve susmaktayım manasına gelen işaretimiz #:0 olsa. Ben genelde şaşkın bir ifadeye de bürünüyorum okurken 😀

    Kacakkova haklısınız ayrımı belirtmek gerekti. Tecrübeleri birbirinden ayrı değerlendirme şansımız çok da yok zaten. Sadece benim aklımdaki benzerik beni bu yönde anlatmaya itti ki zaten şairi değerlendirmeden uzak kişisel anı benzeştirmesiydi 🙂 Ya da parmaklık ardında bulunuş nedenlerinin aynılığı, tesbitlerin şaşırtıcılığı ve günlük hayattan bağımsız değerlendirilebilişi benim aklımı çeldi 🙂

    Passive’in “kabullenilmiş çelişkiler” hadisesini de bir ara açmasını isteyen kişilerden olduğumu buradan da bildireyim.

  11. kacakkova Says:

    ahah, sessizlik efekti, ne güzel fikir……
    öyleki bize sessizligi, hic degilse siginabilecek kadar bir yer, verebilsin……

    banu belki cizebilecektir bize bir sessizlik hali…..

    tesekkürler Z. bu güzel yorum icin…..

    Sn.pass acacaktir bir vakit, “kabullenilmis celiskiler” hadisesini……
    akli hapishaneye benzetmesini (“akil hapishanesi”) ise acmaya gerek yok…..
    gerek yok da bu müebbet ne zaman bitecek ondan haber var mi bi sormak icab ediyor belki…..
    mahkum huzursuz, yatamiyor !…..

    sevgiler……

  12. thelosthighway Says:

    merhaba,

    Hüseyin Kıran’ı ve Azalmak Burcu’nu bilmiyordum. Okduğumda da yer yerinden oynamadı. 🙂 Modern dünyanın dört başı mamur ve gökdelenli şehirlerine ve oralarda kurulan medeniyete yönelik daha sıkı eleştirel şiirler de okumuştum. Hepimiz okuşumuzdur.

    Azalmak Burcu’nda, biz şehirlilerin zaman tasavvuru (kum saatleri), bilimsel kaygıları (kerrat cetveli), koşuşturmacaları (kentin terli bölgeleri), modern konakları (otel odaları), sosyal ve ekonomik durumu (kaygan borsa) ile ilgili cepheden saldırılar var. Bu hücumlar, orijinal derinliği olmayan imgeler yardımıyla sağlanmış.

    Mahpus duygulardan söz etmeye gerek yok bence. Fakat farklı bir mahpusluktan söz edebiliriz bu vesileyle. Yol’da Yılmaz Güney’in isabetli bir biçimde ortaya koyduğu iki farklı türden mahpusluğu hatırlarsak muhtemelen Kıran’ın durduğu yeri daha iyi kavrayabiliriz.

    Bizler, mahpus olmayan kimseler, demir parmaklıkların ardında olmamakla bahtiyar addedebiliriz kendimizi. Lakin, yaşadığımız dünya farkı türden mahpuslukların, köleliklerin yaşandığı bir dünya. Hakim düşünce, zihniyet ve sistem kendimizi alabildiğine “özgür” hissetmemezi sağlamak için elinden geleni yapıyor. Mesela, “özgür ol, mutlu ol” diyor bize reklamlar, biz de akabinde caddelerde kasım kasım arz- endam ederek, gardorplardan bir oda yapıyor, mutfaktaki cam şişelerin yanına yenilerini koyuyor, bir yazlık, bir araba, bir oyuncakla özgür olduğumuzu cümle aleme ilan ediyoruz.

    Dışardaki insanla içerdeki insanın tabi olduğu bir düzen var. İçerde de mahkumsunuz dışarda da. Belki bir anlamda içerde olmak, dışarının “mahkumiyet biçimleri”nden de uzak olmak anlamına gelebiliyor. Mesela akbil alıp, aktarma hakkım var mı yok mu gibi bir tedirginlik yaşamazsınız içerdeyken. Ama sizin de içerde farklı tedirginlikleriniz vardır.

    Diğer yandan dışardaki mahkumdur, içerdeki katmerli mahkumdur. Bu da meselenin diğer trajik yönüdür. Yol’da Güney’in yaptığı şuydu: İçerdeki mahkum dışarı çıktığında daha büyük bir mahkumiyetle karşılaşır.

    Şiire dönersek. Modern şehir, modern insan ve modern zihniyet eleştirisinin Azalmak Burcu’nda başarıyla (mesela çarpıcı bir biçimde, farklı imgelerle, örneğin: “Kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok / Altı kırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde” mısralarında olduğu gibi çarpıcı olmadığını, vurucu olmadığını söylemek istiyorum) ifade edildiğini söylemek güç.

    Fakat, Kıran’ın farklı bir duruma işaret ederek Azalmak Burcu’nu orijinal kılmayı başardığını düşünüyorum. Tüm olumsuz şartların acımasca gerilettiği insanın yüce oluşuna dair hususlar, azalmakla güç bulabiliyor. Kendimizi şehre koyvermedikçe, ruhumuzu borsanın dalgalanmasına bırakmayıp, vitrinlerdeki mankenlerin cansız gözlerindeki çağrıya teslim olmadıkça, yılışık caddelerden, oynak plajlardan, ipini koparmış plazalardan azaldıkça güç bulabiliriz diye düşünüyorum. Kıran da bunu mu düşünüyor? Ben böyle düşündüğünü sanıyorum. Belki böylece, bunların uzağında, cahil kalarak, mahpus kalarak insanlığımızı kurtarabiliriz, bir yüreğimiz olduğunu yeniden hatırlayabilir, onunla sohbet etmeye başlayabiliriz.

    Bu yüzden bir başımıza, her şeyin uzağında azalmak bizi “kutlu ve yerleşik” kılabilir…

  13. thelosthighway Says:

    Bir de şu var: Gazetelerin ekonomi sayfalarındaki ve ekonomi dergilerindeki analizleri, abuk subuk grafikleri anlamıyor olmak beni mutsuz etmiyor. Yıllar yılı “Bu golf denen tuhaf oyunu oynayan züppeler ne anlıyor bu yaptıklarından? Bu nasıl bir oyun?” gibi bir soruya cevap bulamamış olmaktan da tedirginlik duymuyorum. Aksine ziyadesiyle mutlu oluyorum bunları anlamadığım için. Ciddiye alırsam “azalacağım” biliyorum.

    Diğer yandan elindeki fazla ıspanak stoğunu tüketmek için Temel Reis’i icat eden zihniyetin farkında olmak da beni Temel Reis ile Safinaz’ı izlemekten alıkoymuyor. Bunu da belirtmiş olayım. 🙂

  14. kacakkova Says:

    thelost, sağolasın bu kapsamlı yorumlar için…..
    şiir hepimize kendince ve bizim kendimizce bir şeyler söylüyor.kimizi sessizliğe kimimizi daha çok analize yönlendiriyor……
    gerçekten geniş bir şekilde yorumlamışsın şiiri……üstelik bu tamamı değil, yalnızca iki dizesi…..sanıyorum kıran’ın şiirlerinin tamamına bakarak bu çıkarsamalrını yeniden değerlendirebileceksindir…..
    bizim hapishane konusu da başka bir yön kazanmış senin açıklamanda….içerde ve dışarda mahkumluk…..sağolunuz efenim…..

    bu arada ıspanakta hiç demir yokmuş neredeyse, nasıl bir tezgaha düşürülmüşüz değil mi, allahtan temel reis izlemeye değiyordu……..

  15. thelosthighway Says:

    abi bir de “kaçaklar” konusu var. o da ayrı bir hikaye. sonra girer miyiz girmez miyiz bilmiyorum. 🙂

    (not: bir şey rahatsız etti beni. söylemeden geçemiycem. yukarda bi yerde “sakiniyet” diye bir kelime geçmiş. sükunet değil mi o?)

  16. proetcontra Says:

    Evet, sakinlik ya da sükûnet olmalıydı deyim Hakkı Devrim edasıyla:)

    Yaşadığımız toplumu ‘tüketim toplumu’ olarak adlandırıyorsak zaten bir tür şeye dahil edilmiş oluyoruz. ‘Gösteri toplumu’ysa şayet yerimiz, zaten kaçınılmaz olarak gösterinin bir parçası haline gelmişiz. Hep şu kırmızı hap-mavi hap meselesi geliyor aklıma tüketim konuşurken. Pek çok insan bu mapushanede kendini güvende hissediyor. Korunuyor orada. Fakat benliğini orada var etme, orada fenafilmeta’ya ulaşmış olma sözkonusuysa kaşlar çatılmalı bence. Tüketim nesnesi-arzu nesnesi meselesi. Ama golf denilen oyun keyif veriyorsa belli insanlar bu keyfi yaşamak isteyecektir. Ekipmanı ve alanın bakımı gibi sebeplerden oynamaya belli bir fiyat biçilecek, bu keyfi yaşamak isteyenlerden ancak bir kısmı bunu karşılayabilecektir. Sorun golf oynayacak kişinin başka insanların başka oyunlar oynamasına engel teşkil edip etmediği. Ve ne yazık ki mevcut ekonomik sistem bir tarafın beklentisini başka bir tarafınki pahasına karşılıyor. Bu da bizleri kaçınılmaz olarak bir genellemeye itiyor. Suçsuz çocuklara ıspanak işkencesiyse başka türlü bir sorun. Türk kanallarının akşam öncesi çocuk-yeni genç dizilerindeki villalarda oturan daima bakımlı çocukları gibi. Tek fark iletimin biraz daha az yoğun olması.

    Günün toplumsal mapushanesini tüketim olarak görüyorum ben. Burada sürekli açız, yedikçe iştahımız artıyor. Cibran’ın toprak yiyip deniz içen plütokratından bile korkunç.

    Kruger “Azalıyorum öyleyse varım” da diyebilirdi belki..

  17. koray Says:

    cok bunalimsiniz yahu entellektüel arkadaslar:) kafatasimizin icinden konusurken bi kutudan bahseder gibi konusuyorsunuz. acip baktigimiz bi seymis..icinden istemedigimiz seyleri disariya cikardigimiz bi seymis gibi..en fazla söyle bi sey..derin posta kutulari icini göremezsiniz karanliktan elinizi daldirirsiniz. görmeden icini bosaltirsiniz….sanirim sizin ki entellektüellik hastaligi bi süre sonra yaptiginiz benzetmelerle yasamaya basliyorsunuz…iyi bi tedavi lazim size vallahi:)

  18. kacakkova Says:

    böyle bi hastalik da mi var ?…..
    “entelektüellik hastaligi”……. ilgincime gitti bakiniz simdi….
    deli deliligini bilmez….
    bizim de kendi hastaligimizdan habarimiz yok….haberi olan var miydi yoksa….
    bi de nasil iyilesecegiz biz…..
    iyilesmek, iyi bir insan olmak, arinmak istiyorum…..
    nevet……
    öyle degil mi pass?…..

    bu arada “sakiniyet” kelimesi sakinlik ya da sukünet olmazdi katiyen, olsaydi pass öyle yazardi, passcasi budur kelimenin…..

  19. koray Says:

    feci bi hastalik hem de inan…aciklayici olan her seye bulasmis bi virüs bu. (bu arada son günlerde cok haylaz bi msn virüsü ortalikta geziniyor. dikkat). bak misal senin arkadasinin su cümlesi “aklın düşünceleri sınırlaması, kayıt altına alması.. akıl zindanı..” gene ayni hastaligin semptomlari ve hatta kendisi..bazen hastalik ve semptom ayni olur ya…betimlemek icin kurdugumuz benzetmeler bi süre sonra aciklama kaliplari oluyor. akil zindan degildir. dört tane duvari yoktur. dört duvar bi oda da olur mesela..ya da bi tv nin dört tane sinirlayici tarafi vardir. ya da bilgisayarin mesela bi alani vardir.
    ama bu passive arkadas sanirim biraz daha müzdarip bu hastaliktan..bi de banu arkadas… acil bi recete yazmak lazim…

  20. passive Says:

    kesinlikle sakiniyet 😉
    bir de; sağlıklı insanları, şairleri, felsefecileri erken öldürsünler. 🙂

  21. radsiz Says:

    şairi tanımam ama şiire bakılırsa adam kabız olmuş derim.

  22. thelosthighway Says:

    kacak,
    senin mekanı bir anda kaveye çeviren tipler yok mu? bayılıyorum ya.
    bi de edeplice cevaplar vermiyor musunuz bunlara… ben olsam dümdüz girmiştim şimdi. hahahaha

  23. kacakkova Says:

    thelost,

    halka hizmet….neylersin….;)
    hani bir haddi asmasinlar canimi yesinler… ama bazen dümdüz gidilmeyi hak ediyorlar…..
    kaveye cevirenler neyse…..
    bi de akli evveller var, hani laf söyleyeyim polemik yaratayim falan diye ugrasiyorlar, asil ona bozuluyorum ben…..

    sevgili halkimiza sesleniyorum burdan, ula beni yormayin, kendinizi de yormayin bos yere…..

  24. koray Says:

    sizi kinimkinim kiniyorum sevgili yazi cizi erbabi arkadaslar. birinden alinti yapsak degerimiz artacak de mi? mekaniniz da zaten kaveden daha degerli ya da marangozhaneden…marangoz dedim de aklima geldi…misal marangozluk hastaliklari vardir ama marangozluk hastaligi yoktur mesela..entellektüellerin hastaliklari vardir, ama tabir caizse ayni zamanda entellektüellik hastaligi vardir,demistim zaten yukarida…mesela bu thelos denen entellektüel bunun semptomlarini gösteriyor..sagaltilacaklar listesi genisliyor kacak kardes:) dümdüz gitmek mesela recetede var..ama kaaave olmasin ortam dikkat etmen lazim…hem korkmayin ne demisler lekumdinikumveliyeddin, orhan baba ne demis senin dünyan sana benim dünyam bana…artik yazmam hem. hemen vurmaya basladiniz sizi gidi yazicizi erbabi..yeni bi hastalik dolasiyor yazarcizerler arasinda “nihat genc hastaligi”…thelos bu seninki bunu cagristiriyor sanki…pür dikkat olmalisin tedavisi namümkün…

  25. thelosthighway Says:

    koraycım bu kadar hastanın içinde kalma sen en iyisi. hadi abicim…

    (iç ses: cevap vermiycem….cevap vermiycem….cevap vermiycem….cevap vermiycem….cevap vermiycem….)

  26. koray Says:

    civi civiyi söker benim hasta olmadigimi söyledim mi? hem senin hic kahveye ugramadigin belli orda masaya gelene cay verirler ne biliyim. olmadi masa sahibi disinda kimse insanlara kapiyi göstermez…senin durum gercekten vahim thelo….ben ev sahibi olsam yüzüm kizarirdi evime gelen birine baska bi misafirin yol göstermesinden…
    hürmetler bütün hastalara

  27. proetcontra Says:

    Passive’in sakiniyetinde bir sır olduğunu anladım şimdi. Düzeltme için özür diliyorum kendisinden.

    Koraycım, kim tedavi edecek bizi? Var mıdır bir önerin? Cidden. Bende son günlerde bir terleme var.. Ardından bir titreme alıyor, inanmazsın. Zangır zangır. Hani biraz daha dursan seni bile kavramsallaştıracağım. O kadar. Napmalı? Cidden.

    Bir de kedileri çok seviyorum ben.

  28. metin-thePoor Says:

    Koray Bey’e demli bir çay verin, çenesini kapar belki. Ya da bırakın konuşsun köşesinde, rabarba yerine geçer.

  29. ufuk akbal Says:

    bu demek ki mutlaktöz bey dostum: acıya ekmek banmak.

  30. kacakkova Says:

    metin bey selamlar,

    cay biraz daha demini alsin, getiriyorum hemen….kacak cay, biraz beklemesi gerekiyor…..bu arada koray bey’de hastaliktan muzdaripmis zaten….bi ihlamur kayanatirim ben olmazsa, bol limon, nane tamamdir….daha da olmadi kurariz sofrayi, acariz bi büyük oldu olacak…..
    her seyin ilacidir….

    ufuk bey merhabalar, hosgeldiniz, ekmegin arasina aciyi katik etme fikri iyi görünüyor…..

  31. tolga Says:

    abicim neden kahvelerin bu kadar ustune gittiniz anlamadim yaw.. kahve diyince (hem icecek hem de mekan olarak) aklima oyun gelir, muhabbet gelir benim. Buradaki cafe’lerde ise laptoplu bireycikler var.. Aliyorlar laptoplarini da n’ediyorlar bilmem? Dikkat buyurum. Bunlar “yalniz” degiller kacakkova’nin link verdigi yazida dedigi gibi, yalniz olan neden kalabaliga karissin?
    Itiraf ediyorum, ama ben de bir zaman kalabalik omuzlarin omuzlarima carpmasini istedim, hatta salya sumuk opmek istedim insanlari ve optum de 🙂

    Yani diyorum simdi kahvemiz olsa, konussak etsek, ama n’etsek? Oyun oynayalim abiler, Koray arkadasimizi da kirmayalim, ona bir ihlamur ismarlayalim kacakkova’nin dedigi gibi. Hem vallahi soz lan, alinti yapmak da yok, yapanin agzina da fare girsin!

  32. thelosthighway Says:

    eşli ihale filan iyi olurdu be. şöyle akşam serinliğinde. püfür püfür.

  33. farmau Says:

    Merhaba;
    iki gün oldu bu kitabı edineli
    burada bu şiiri okuduğumdan beri aklımdaydı zaten
    ve teşekkürler
    vesile için
    Hüseyin Kıran’ın dizeleriyle karşılaşmak
    başkaymış
    diyor ki
    dillerini bildiğim insanlar
    bana berrak bir hayat yaşatmadılar
    ya da
    kendini bilen su buz olur diyor başak bir satırda.

  34. kacakkova Says:

    farmau

    sevindim bakiniz simdi…..
    bir vesile olmak ne güzel…..saniyorum sen de siirle ilgileniyorsun, yani yazmak anlaminda…..siirle ilgilenen birisinin kiran’in siirine ilgi göstermesi ayrica güzel…..simdi bahsettigin dizelerin gectigi sayfalari acip okuyacagim bende….

    sevgiler.

  35. Tansel Says:

    Entelektüel hastalığı demek. Deliliğin Tarihi ya da ne bileyim Hapishanenin Doğuşu gibin bişey heralde. Güzel… Pardon yahu yine hastalığım nüksetti otu boku benzetiverdim birden.

    Ama iktisatçı hastalığı var. Ya da pardon. İktisatçılığın kendisi bir hastalık zaten.

    Bu arada bana da bir çay!

  36. hüseyin kıran Says:

    kaçakkova’ya bin selam. kendisi internette ve her yerde bin kaplan gücündedir, bilirim.

    herkese sevgiler

  37. kacakkova Says:

    bin aleyküm selaaaam…..yav on kaplan ile adam fantom oluyor, bin kaplan gücü ile ben süper mario olurum kesin….

    sevgiler bilmukabele…

  38. passive Says:

    bu hüseyin kıran o hüseyin kıran mı?

  39. kacakkova Says:

    bilmiyorum pass…..mümkündür fakat emin olamayız 🙂 …
    yine gelirse anlarız belki….

  40. hüseyin kıran Says:

    erhancım uzundur görüşemedik. msn’e ekler misin, konuşalım kiran_huseyin@hotmail.com

    sevgi selam

Yorum bırakın