Postmodernizm:Siyasa ve etik

by

Belirsizliğin, kesinsizliğin ve olumsallığın bastirildiği, yoksayildığı, gözardı edildiği zihniyet biçimine itiraz eden postmodern düsünce, etik ve siyasaya ilişkin olarak bunları yeniden devreye sokan bir düsünüş biçimi temellendirmeye yönelir. Postmodern söylemde artık önemli olan daha döğru bilginin araştırılması değil, bizzat doğruluk kategorisinin yerinden edilmesi ve işleyiş mekanizmalarının deşifrasyonu sözkonusudur.Böylece yeni doğruların oluşturulmasından daha çok(bu da yapılmakla birlikte) doğruların çoğullaştırılması hedeflenir. Genel ahlaksal anlayışlar ve ilkeler, modenitede doruğuna çıkan akılcı argümantasyon yapıları artık geçerliliğını yitirmiştir ya da en azından eski geçerliliğini sürdüremeyecek bir konuma gelmiştir. Bu durumda siyasanin ve etik‘in nasil düsünülüp ele alinacagi sorusu önemli bir konu olarak gündeme gelmektedir.

Bazı konumlarda ahlaksal normların kaynağı yaşanan koşullar, bu koşullın gerekliliği olarak belirtildiği görülüyor, ancak postmodern yaklasim dogrudan buna indirgenebilir de degildir.Belirsizliğin bastırılmasının olanaksız olanaksız olduğu, siyasanın ve etik’in kesinsizliği üstlenmesi gerektiği bir noktaya gelindiği tespitinden hareket eder postmodernizm.

Modernlik, kendi belirsizliğini, geçici bir sıkıntı olarak reddedebiliyordu. Her belirsizlik, bunun tedavisini içeren bir reçeteyle tamamlanıyordu. Bunlar sadece başka başka sorunlardı, her biri de çözümleriyle tanımlanıyordu. (Toplumlar, diyordu Marx, görevlerin icrası için gereken araçlar var olmadığı sürece görev üstlenmezler.) Belirsizlikten kesinliğe, müphemlikten saydamlığa geçiş, sadece bir vakit meselesi, kararlılık, kaynak ve bilgi meselesi olarak görülüyordu. Halbuki, belirsizliğin kökünün asla kazınamayacağı yönündeki postmodern bilinçle yaşamak ise tamamen farklı bir meseledir. Burada, olumsallıktan kaçış, kaçmak istenen durumun kendisi kadar olumsaldır. İşte bu bilincin getirdiği rahatsızlık, tipik postmodern hoşnutsuzlukların kaynağıdır: Müphemlikle dolu durum karşısında, asla gitmeyen olumsallık karşısında ve bu konuda ki haberleri duyuran elçiler ‘yeni olanı ve asla eskiye dönmeyecek şeyleri dile getiren ve altını çizen’, yine Agnes Heller’in terimleriyle söyleyecek olursak, ‘alınyazısını kadere dönüştürme çağrısı yapan insanlar’ karşısında duyulan hoşnutsuzluk. Bu haberleri alanların kabul etmekte zorlandıkları şey şudur: Yapmayı kafalarına koydukları hiçbir şeyde, hakikate ve tarihin yasalarına hakim olmanın ya da aklın mutlak yargısını yanında hissetmenin huzuru olmayacaktır. (Bkz: Zygmunt Bauman, (1991) Modernlik ve Müphemlik, Çev: İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003)

Postmodern Etik kitabının da yazarı olan Bauman, böylece, postmdernizmin, öncelikli olarak artık kaçılamayacak hoşnutsuzlukların teorik/felsefi ifadesi olduğunu belirtmektedir.Tüm kesinliklerin aşındığı zamanın sonrasındaki derin hoşnutsuzluk durumunun teorik ifadesidir buna göre postmodernizm.

Postmodern etik, modernizmin evrensel ve sabit ahlak ilkelerinin geçersizliğini göstererek, genel ahlak ilkelerini görelileştirir. Belirsizligi ve olumsalligi devreye sokar, dahasi bunlarin her zaman varolduklarini ancak mevcut düsünüs ve ahlaki tutumlarin bunlari bastirdiklarini aciga cikarir.Dinden sonra bilimin egemenliginin de yıkılmasıyla, teorik düzlemde “her şey uyar” noktasına varılmıştır. Bu önerme, öncelikle bilimin statüsünü ve doğruluk iddialarını görelilleştirmek üzere, bir bilim felsefecisi olan Paul Feyarebend‘ten gelir.

Bu noktada postmodernizmin, siyasal yönelimlerine bakılacak olunursa, hem radikal hem muhafazakâr bir yönelim icinde oldugu belirtilmelidir ilk olarak. Hem her iki yönelimin postmodern temsilcileri sözkonusudur, hem de belirli bağlamlarda her iki yönelimin de aynı noktada birlikte olması sözkonusudur.Postmodernizmin tutarlilik kaygısı gütmeyişi (Eklektizm) siyasal alandaki konumlarda da görülebilir. Tam bir muhafazakarlikla radikal olanlar gibi, tam bir radikallik dolayisiyla muhafazakar olanlar da mevcuttur.

Genel görünümü bakimindan postmodern siyasal yönelim icin birey, kimlik, kültür alanında radikal, sistemi toptan değiştirme alanında muhafazakârdır denilmektedir. Ancak, radikallik ve muhafazakârlık kavramları da postmodern okumada ve durum icinde anlam değişimlerine uğrar ya da başka bir deyişle bilinen anlam yapıları yapıbozuma uğratılır. Postmodern durumda kendisiyle ayni kalabilen bir anlam kalmaz, pek çok kavram ve kategoride olduğu gibi. Dolayısıyla postmodernizmin ne radikal ne de muhafazakâr oldugu da söylenmelidir. Makro siyaset modeli Mikro siyaset anlayışıyla, Majör olan Minör olan ile yer değiştirir. Bunu geleneksel siyasal alanın verili kavram ve kategorileriyle tanımlamak doğru sonuçlar vermeyecektir. Postmodernizm, en genel anlamda, “Büyük anlatılara”, “Büyük projelere”, “Büyük ilkelere” itirazdır ve bunların olanaksızlığı iddiasıdır. Buradan itibaren teorik, politik ve etik alanlarda postmodern konumlanışların seceresi çıkarılabilir.

Bir Yanıt to “Postmodernizm:Siyasa ve etik”

  1. neçayey Says:

    Modernizmin Özellikleri ve Gelişimi

    Modernizm bir aydınlanma projesi olarak ortaya çıkmış ve zaman içinde bazı değişmeler göste- rerek günümüze kadar gelmiştir. Aydınlanmacılık akılcı bilim anlayışıyla 18. yüzyılda insan düşünce- sini dinin baskısından kurtararak özgürleştirme işlevini görmüştür. Ama akılcılık zaman içinde nitelik değiştirerek bu özgürleştirici işlevini kaybetmesi yüzünden günümüzde eleştiri konusu olmaya başlamıştır.

    Aydınlanma felsefesi; bilim, ahlak ve estetik alanlarını birbirinden yalıtlanmış ayrı ayrı alanlar olarak ele almıştır.

    Aydınlanma projesi temelde ister doğa bilimi olsun, ister toplum bilimler olsun bilimlerin nesnel olarak kurulabileceğini kabul etmektedir. Bu kabul dış gerçekliğin tek bir doğru temsilbiçimi olacağı

    İnancına dayanmaktadır. Bu kabuller yapılınca her soruya tek bir doğru yanıt bulunacağı,da kabul edilmiş olmaktadır. Gerçek, başlangıçta, yeterli biçimde, yani tam bir nesnellikle temsil edilmese bile zaman içinde bilimin gelişmesiyle buna adım adım yaklaşılacak, mutlak gerçeğe tam olarak ulaşılmasa bile çok yakınına gelinecektir.

    Ahlak ve hukuk alanında ise Aydınlanma projesi bu alanların evrensel geçerliliği olacak biçimde kurulabileceğini kabul etmektedir. Bunun kurulabilmesi ise insanların, evrensel, değişmez, ebedi özellikleri olduğuna ve bunların ortaya çıkarılabileceğine inanılmasını gerektirmektedir.

    Aydınlanma, sanata kendi iç mantığına göre kurulabilecek otonom bir alan olarak yaklaşmak- tadır. Bu sanat alanında hem yakın çevresinden, hem yakın geçmişinden farklı olma bilinci bulunmaktadır. Baudelaire’in tanımlamasıyla hem geçici , hem de kalıcı olmanın gerilimini taşımaktadır.

    Aydınlanma projesi, bilime, ahlaka ve sanata ilişkin bu kabullerinin ve temelde insan aklına güvenmenin , o zaman kadar görülenden daha özgür, daha eşitlikçi, insanların daha mutlu olacağı toplumların gelişmesine neden olacağını savunuyordu. Bu kabullerin ortaya çıkardığı , üzerinde durulması gereken bazı önemli sonuçlar vardır. Eğer insanların değişmez evrensel niteliklerine göre bir ahlak kurulabiliyorsa ve bilgi nesnel olarak ve akla dayanarak doğanın ve toplumun yasalarını ya da sırlarını açıklayabiliyorsa öncü elitlerin , plancıların, uzmanların topluma yol göstermeleri için gerekçeler var demektir. Bu yol gösterme evrensel olan değerleri gerçekleştirmek için bilgiye dayanarak, bilen kişilerce yapılacaktır. Bilgi ise sürekli gelişen temsil içinde birikerek gelişecekti. Bir kez bilginin birikerek gelişmesi kabul edilince ilerleme ve gelişme fikri modernizmin ana çizgilerinden biri olarak kendini kabul ettirecekti.

    Toplumda ilerlemenin, çoğunlukla da doğrusal bir gelişme çizgisinin benimsenmesi, toplumların evrimsel kuramlarının belirlenmesini getiriyordu . Böylece üst anlatıların oluşması, tarihin öykü çizgilerine düzen getiren çerçeveler oluşturuyordu Böyle çizgilerin varlığı, nesne olduğu kabul edilen bilime dayandırılınca, bu çizgide toplumların ilerlemeleri evrensel bir toplumsal amaç haline geliyor ve uzmanların bunu geliştirmek için “araçsal aklı” kullanmaları meşruiyet kazanıyordu. Bu ise bireylerin özgürlüğünün sınırlanmasını getiriyordu.

    Aydınlanmanın başlangıcında. da insanları özgürleştiren akılcılık; bu şekilde zaman içinde araçsal akıt ya da teknik akıl haline gelerek onların özgürlüğünü sınırlayan bir nitelik kazanıyordu.

    Modernizmi sadece bilgiye yaklaşımıyla kavramaya çalışmak, bu yaklaşımın toplumsal işlevlerini kavramamız açısından yeterli olmaz. Aynı zamanda da ne tür bir toplum içinde yer aldığına, bu toplum içinde ne tür işlevler gördüğüne de bakmakta yarar vardır. Modernizm belli özellikleri olan bir toplum içinde yer alıyor ve ondan etkileniyordu. Modern toplumu gelenekselden ayıran özellikler;hızlı değişme, bu değişmenin tüm yeryüzünü kapsaması ve kendine özgü kurumsal yapılar geliştirmesiydi. Bu toplumda üretimde organik olmayan enerji kaynakları kullanılıyor, ürün metalaşıyor, ücretli emek ortaya çıkıyor ve nihayet ulus devlet doğuyordu. Bu toplumsal sistemin işlerliği için bu ulus devletin sınırları içinde bir dayanışma duygusu olan, hareketliliği yüksek, sürekliliğe sahip, kültürel homojenliği olan, birbirleriyle anonim ilişkiler içinde olan bireylerin oluşması gerekmektedir. Geleneksel tarım toplumundan, modern topluma geçebilmek için toplumsal ilişkilerin kısa aralıklı bir zaman ve mekândan, başka bir deyişle yerel bağlamından, koparılıp çıkartılması daha belirsiz daha aralıklı bir zaman ve mekân bağlamına yeniden oturtulması gerekir. Toplumsal ilişkilerin yerel bağlamdan kurtarılıp yeni ve yerele bağımlı olmayan bir zaman ve mekân bağlamına oturtulması demek, toplumdaki kişilerin eskiden bilmedikleri tehdit ve risklerle karşılaşması demektir. Toplum bu yeni risklere karşı da yeni güvence mekanizmaları ya da yolları geliştirme durumundadır. Bunun gerçekleştirilmesi için; güçlü bir geleceğe ya da ilerlemeye yöneliş, bu yönelmede yol gösterecek uzmanlıkların oluşumu ve bunlara yüklenene güven ile yeni bir insan ilişkileri kalıbı ve semboller sisteminin kurulması gerekecektir. İşte modernizmin bilime ve ahlak alanına yaklaşımının ulus-devlet aşamasını gerçekleştiren toplumun bu gereksinmelerini karşılamakta işlevsel olduğu söylenebilir.

    Modernizm projesi de toplumsal gelişmeden etkilenerek bazı değişiklikler geçirmiştir. Tek bir tem- sil biçiminin (mode of representation) olduğu kabulü, dünyada sosyalist hareketin gelişimi ile birlikte gevşemeye başladı, onun yerini evrensellik savlarını da koruyan, bir relativizm almaya başladı. Bir başka gelişme ise bilimin, eylemin tek yol göstericisi kabul edilmesinin sonucu olarak ortaya çıktı. Bu inanç bilginin uygulamada başarılı olmasını gerektiriyordu. Oysa başarısızlık şu ya da bu şekilde ortaya çıkıyordu. Bu da geriye dönerek bilgiyi etkiliyordu. Uygulamada kullanılan bilgi başarısına ya da başarısızlığına göre geriye dönerek bilgiyi etkilemeye başlaması sonucu geriye dönüşlü reflexıve düşünce biçimi gelişmeye başladı. bu aslında ı gının uygu amayı denetlemesini sürdürebilmesi için gerekliydi. ama bu bir anlamda da aklın öneminin azalması demektir ve modernizm bakımından önemli bir dönüm noktasını gösteriyordu. Böylece insan eylemlerinin, toplumsal gelişmenin sistematik bir bilgisinin, kurulabileceği konusunda bir “şüphe, belirmeye başlıyordu.”

    Modernizmin bilgiye yaklaşımında değişmeler olurken insana yaklaşımı da eleştirilmeye başlıyordu. İnsanın değışmez özelliklerınin ve öıünün bulunacağı savı metafizik olduğundan sorg ulanıyordu Nıetzsche böyle bir töz varsa, bu tözün ancak Dionysos mitinde bulunabileceğini,bunun da”yıkıcı yaratıcılık” ve “yaratıcı yıkıcılık” olduğunu söylüyordu böyle olunca insanın kendisinı olumlamasının tek yolu, eylem yapması isteğini açık hale getirmesiydi. Tabi ki böyle bir öz kabul edilince modernizmin teknik aklının yol göstericiliğine olanak kalmıyordu. Nietzsche, aydınlanmanın insanları özgürleştirme çabasına daha çok estetiği öne alan bir stratejiyle katılmaya çalışıyordu. Ona göre sanat ve estetiğin iyi ve kötünün ötesine geçebilme gücü vardı.

    Bu ve başka örnekler modernizmin zaman içinde gelişerek yeni gelişmelerin tohumlarını taşır hale geldiğini gösteriyor. Postmodernizm de bu gelişmeler içinde doğuyor.

neçayey için bir cevap yazın Cevabı iptal et